Paylaş
Ne zaman kartopu tatlılığında bir iddia ortaya atılsa, aylar sonra koca bir çığ olup gerçekleşiyor o iddia.
Cem Yılmaz’la Serenay Sarıkaya’nın evleneceği iddiası da bunun gibi bir şey.
Karantina sonrası nikâh masasına koşturacaklarmış.
İddia bu.
Haliyle karantinada sıkılan bünyeler onlara sardı.
Durumlarıyla ilgili en eğlenceli tespitlerden biri şuydu:
Okey masasından nikâh masasına...
Serenay, Cem, Ozan ve ismini şu an unuttuğum dördüncü kişi okey oynuyorlarmış ya...
Serenay cool Instagram profiline okey masasından bir kare iliştirerek bu hallerini açık etmişti...
Okey masasıyla ilgili her yetişkin Türk’ün bilinçaltına yerleşmiş ve gitmek bilmeyen bir zaman tüneli sahnesi illa ki vardır.
Mesela okey masası bana nedense hep yazlıkları hatırlatır.
Yazlıkların balkonlarında teyzeler, amcalar ya da yeğenler, kuzenler, yandaki yazlıkçının üniversitede okuyan kızı/oğlu bir araya gelir.
Uzun yaz gecelerini çığlık çığlığa okey oynayarak geçirirler(di).
Oyun aralarında fedakâr bir şekilde kavun-karpuz ya da çekirdek getiren evin anneannesi ya da büyükannesi eşliğinde...
Okey masaları sıkıntının masalarıdır aynı zamanda.
Masaya oturanlar arasındaki gizli çatışmalar oyun sırasında açığa çıkar.
Sürekli yenmek isteyen hırslıyla, yenilene yardım etmek isteyen “Büyüklük bende kalsın”cılar arasında gidip gelen bin türlü gerilimli haller...
Neyse ki yeni nesil bir Serenay fotoğrafıyla bilinçaltına kazımış oldu okey masasını, bu da bir şey...
Ama esas söyleyeceğim şu:
Okey masasından nikâh masasına gidiliyorsa o ilişki sağlamdır.
Gerilimler atlatılmış, gerçekten de hastalıkta sağlıkta, can sıkıntısında ve karpuz kabuğunda her türlü karşılıklı ruh hali kabullenilmiştir.
Okey masası öyle bir ikili ilişki terapisi gibi de görülebilir pekala.
O nedenle başa dönüyor ve iddiaları doğruluyorum:
Evlilik yakındır, karpuzları hazırlayın!
Karantina günlüğüm
Harper’s Bazaar dergisi mayıs sayısında, farklı alanlardan isimlere karantina sürecinde neler öğrendiğini sordu. Yanıt verenlerden biri de benim.
Orada yayınlanan karantina günlüğümün bir bölümünü aktarayım:
“İlk başlarda ben de bu kesin doğanın bir mesajı filan gibi düşünüyordum. Ama günler ilerledikçe vardığım sonuç şu: Bu salgının illa bir mesajı mı olması gerekiyor?
Önceki yüzyıllarda da salgınlar olmuş. Bu dünyanın, doğanın bir gerçeği. Yapacak bir şey yok.
Sadece biz modern, konforlu, hatta açık söyleyeyim bu yüzden de yer yer şımarık hayatlarımıza fazla alışmıştık.
Bu yüzden bir mesaj, bir neden, bir komplo aradık her yerde.
Gerçi bazı komplolara hâlâ yatkınım, o ayrı...
Bu süreçte evden dışarı çıkmadan gayet yaşanabileceğini öğrendim.
Karantina öncesi aşırı sosyal zamanlarımda evde bu kadar vakit geçirmiyordum. Yatmadan yatmaya.
Ama şimdi fark ettim ki tüm o aşırı iletişim de yorucuymuş. Kendimle kalmak bana iyi geldi. Kendimi buldum gibi iri laflar etmek istemiyorum ama ruhumu onardım diyebilirim.
Ama evde yaşamanın en yorucu tarafı şu: Yemekle uğraşmak! Bu yüzden iki öğüne indim. Sürekli yemek düşünmek ve onun ıvır zıvırıyla uğraşmak ciddi bir mesaiymiş meğer. Bir de o yemeğe uygun sipariş vermeye çalışmak.”
Paylaş