Paylaş
Tüm mekânlar dışarıya taşmış, caddelerin çoğunda mekânlara özel açık alanlar oluşturulmuştu. Çoğu mekâna girerken aşı kartımızı gösterip öyle giriyorduk.
Şehir pandemi bitkiniydi ama hızla canlanıyordu.
İki hafta önce gittiğim New York’un özeti ise şu oldu:
Uber’den taksiye, yemeklerden içkiye her şey daha pahalıydı ve trafik çok fazlaydı.
Ama turist olarak gidince insan tabii ki hep iyi şeylere odaklanıyor.
Onlardan birini, deneyim odaklı parti deneyimini hafta içi yazmıştım.
Şimdi sıra diğerlerinde:
OTEL DEĞİL HUZUR İMPARATORLUĞU
10 saatlik uçuş, bir saat süren pasaport kuyruğu ve üstüne bir saatlik trafik sonrası bu yorgunluğu unutturacak tek bir şey vardı. O da kuşkusuz Aman New York’tu.
Aman New York’un öyle etkileyici bir tasarımı ve aurası var ki, durumu şöyle tasvir edebilirim: Huzurlu bir imparatorluğa geçiş yapmış gibi hissetmek...
Oysa Aman New York tam da Manhattan cangılının orta yerinde, beşinci cadde ile 57’nin kesiştiği noktada yer alıyor. Otelin konuşlandığı bina hem ikonik hem de tarihi Crown Building. MoMA’nın ilk mekanı olan bu 100 yıllık bina, aynı zamanda “Gilded Age” döneminin ihtişamlı bir simgesi. Bu altın çağın izleri korunarak Aman’ın imzası olan sessizlik ve mahremiyet unsuru ustaca bina içine yerleştirilmiş.
Gelelim Aman New York’un diğer önemli özelliklerine...
Otelin 14. katı New York için bir ilk. Çünkü bu katta 650 metrekarelik bir açık hava terası var. Aynı katta iki farklı restoran da yer alıyor. İlki, İtalyan restoranı Arva. Diğeri ise Japonya’nın wasoku isimli yemek geleneğini kutlayan Nama.
Arva’yı deneyimlemedim, ama otele varışımın ilk gecesi Nama’da yemek yedim.
Nama; atmosferi, kokteylleri, suşileri ve servisiyle baştan sona çok iyiydi.
Aman New York’taki odaların duvarlarında ise bir başka şık detay var:
Japonya’nın klasik Ikebana sanat formundan ilham alan çiçek aranjmanları hassas pirinç kâğıdına basılarak duvara yerleştirilmiş. Aman’ın marka köklerine saygı duruşu niteliğindeki bu aranjmanlar, Hasegawa Tōhaku’nun 15. yüzyıl başyapıtı “Pine Trees”den esinleniyor.
CARBONE OUT
TORRISI IN
Ünlü Carbone restoranı da içinde barındıran Major Grubu’nun en yeni restoranı Torrisi’ye gittim. Normalde yer bulmak çok zor olan Torrisi’ye rezervasyon aplikasyonu Resy üzerinden yer buldum. Bu sistem rezervasyon için kişi başı 50 dolar depozito alıyor.
Bazı restoranlarda bu fiyat 25 dolar da olabiliyor. Ama restorana gidip hesabı ödediğinizde depozitonuzu geri alıyorsunuz.
Torrisi’ye gelince... Yine bir İtalyan restoranı, Carbone’un daha şık hali. Yemekler Carbone kadar unutulmaz değil. Hafta sonları ise daha eğlenceli olduğu söyleniyor.
Ben hafta içi gecesini gördüm, o da fena değildi.
MAKARNA DEYİNCE: MISIPASTA
Williamsburg’teki Maison Premiere barı ve arka bahçesiyle her daim favorim.
Bu civardaki yeni keşfim ise bölgede yaşayan bir arkadaşımın tavsiyesiyle gidilen ve bu yaz açılan Misipasta.
Aslında burası Lilia ve Misi isimli iki restoranıyla hali hazırda bölgede nam salmış ünlü şef, restoran işletmecisi ve yemek kitabı yazarı Missy Robbins’in “erişilebilir” ve rezervasyonsuz çat diye gidilebilen makarnacısı.
Missy Robbins 2016 yılında Lilia’yı açtığından beri hem misafirperverliği hem de makarna konusundaki titizliği, ustalığıyla tanınıyor.
Makarnaları gerçekten olağanüstü lezzetli.
Ama sadece makarnaları değil, sipariş ettiğimiz diğer tabaklar da öyleydi.
Paylaş