n Nişantaşı’ndaki Scotch’ı ilk yazıp çizenlerden biri olarak cuma gece yarısı mekana uğradığımda ister istemez sorumluluk duydum. Çünkü Scotch’ın kozmopolit havasından eser yoktu o gece. Mekanın her köşesinde tanıdık bir sima vardı.
Esas müdavimler, mesela Rus kadınları ve onların eşlikçisi haşin Türk erkekleri yoktu.
Durum şuydu yani: Scotch, Beyaz Türkler’in egemenliğine girmişti.
Şamdan’da kasılacak tipler burada "Oy Farfara" çalınca gayet kıvrak oynuyordu.
Malum, bu kitle Scotch gibi mekanlara çok ilginçmiş diye ilk başta çok gider. Orayı yüceltir, bol bol eğlenir, sonra yeni bir yer keşfedince tamamen unutur.
Ve mekan bomboş kalır. Eski müdavimler de uçmuştur çünkü.
Umarım Scotch’a aynı şey olmaz. Gerçi kaç yıllık mekan (1969’dan beri var), bunca sene ayakta durmuş, bir Beyaz Türk akınını hakkıyla atlatacaktır.
n Nişantaşılı ahali, City’s’deki penceresiz, mezarlık gibi mekanlara pek gitmez diyorlardı.
Ama cumartesi gecesi gördüm ki, tüm restoranlar tıklım tıklım. Hatta herkes ayakta yer bekliyor. Joke zaten her daim öyle. Turist gibi sadece mekanı görmeye gelen de var, saatlerce barda oturan da... Joke’un yanıbaşındaki Grey’de ise bayağı kitap gibi menü geliyor önünüze. Bir sayfa tavuk, bir sayfa et, bir sayfa balık seçeneği var menüde, toplamda da 140’a varan yemek çeşidi...
Grey’in en güzel tarafı, içerisi küçük ve püfür püfür sigara içildiği halde dumanaltı durumlara maruz kalmamanız. Havalandırma acayip başarılı.
TEOMAN ŞEHRİ BIRAKAMAZ
n Teoman gerçekten İstanbul’u bırakıp bir köye taşınabilir mi? Öyle demiş ya bir röplemesinde, gideceğim buralardan diye... Peki Teoman’sız bir gece hayatı düşünülebilir mi?
Şahsen ben düşünemiyorum ve "Teoman gitmesin" diye grup kurup feysbuklardaki o manasız gruplara katkıda bulunmak istiyorum.
Henüz bir mekanda karşılaşıp söylemiş değilim kendisiyle, ama Teoman bence gideceği köyden/sağacağı ineklerden sıkılıp hemen geri dönmek isteyecek şehir karmaşasına.
Tamam, şu an bunalmıştır, aynı insanlar/aynı çevre/aynı üretkensizlikten...
Bir süre gidecektir, ama işte en fazla bir-iki hafta. Demir Demirkan değil ki Teoman, temelli Bodrum’un bir köyüne yerleşip kendini sağlıklı yaşam/Uzakdoğu felsefesine adasın...
Ayrıca, taşra sıkıntısı öyle böyle değildir, şehirdekine benzemez.
Şehrin sıkıntısı bile lükstür; değerini bil Teoman ve gitme...
KAKTÜS GELMİŞ CİHANGİR’E
n Cihangir’e meşhur Beyoğlu mekanı Kaktüs geldi. Tam Cihangir Caddesi’nde, Smyrna/Porte gibi mekanların sıralandığı caddeden biraz uzakta, sessiz sedasız açıldı Kaktüs.
Burası Beyoğlu’ndaki esas şubeye göre daha büyük bir yer. Ama kitle aynı. Yazan, çizen, yöneten, oynayan takım orada. Tamam bunların bir kısmı ve en popüler olanı hep Smyrna’ya gidiyor. Kaktüs’te de o takımın orta yaşlısı ve daha sola yakın duranları mevcut (Misal: Smyrna’da Birgün gazetesini bulamazsınız).
Yeni kaktüs Cihangir’e olmuş/yakışmış, ama bir tek menemeni olamamış.
"Nasıl yani?" diyene: Bir Türk klasiği olan menemen önemlidir, bence domatesi bol olmalıdır, böylece daha sulu ve leziz olur, filan. Bir başka zaman menemen felsefesine de gireriz, şayet mevzudan sıkılıp suratıma domates atmazsanız...
BAY ŞAN/BAY DOĞAN
n Tam da Seda Sayan’la Onur Şan’ın nikah kıydığı gecenin bir yarısında, Cahide’de, Nihat Doğan’la tanıştırdılar (ortak arkadaşlar, sosyal yaşam mekanizması sayesinde).
"Merhaba, merhaba"dan öte konuşmadım Bay Doğan’la, ama kendisi malum nikahtan dolayı pek efkarlı gibiydi. En azından bana öyle geldi.
Zor tabii, çünkü şimdi Onur Şan’lı günler başladı. Yeni popüler kahraman o.
Bakınız yıllar önce Şenay Düdek’e, "Abla ben ne zaman ünlü olcam" demiş Bay Şan.
Ve işte hop, ünlü oldu Şan. Ama bu kadarı kimseyi kesmez tabii.
İlerleyen bölümlerde bir kavga, bir skandal, bir elektrikli hadise yani, bekliyoruz Bay ve Bayan Şan’dan...