Paylaş
OLİMPİK HÜZÜN VE DİĞER ŞEYLER
Olimpiyatları alamadık ve üzüldük tamam, ama sonrası için ders aldık mı? Mesela, spor kültürü yüzde doksan dokuz nokta dokuz futboldan ibaret bu topraklarda diğer spor dallarına da gerekli özen ve ilgi gösterilmeye artık başlanır mı?
Mesela, ulaşımı had safhada karmaşık ve tıkanık, yeşil alanı az, spor salonları hep lüks ve ulaşılmaz İstanbul bir sonraki Olimpiyat adaylığına kadar bir düzene girer mi? Daha sportif bir şehir olma yolunda yol kat eder mi?
Mesela, “Aslında Olimpiyatlar’ı İstanbul’un almasını istemiyorum, çünkü...” diye düşünene saldırmaktan, vatan haini olarak görmekten bir gün vazgeçilir mi?
SANAT CAMİASINDA EYLEM FOBİSİ
Müzik camiasında tek konuşulan şey bu:
“Haziranda Gezi vardı, temmuzda ise ramazan. Bütün konserler iptal oldu. Bir tek ağustosta iş yapabildik. Eylül ortası ve ekimde ise yine eylemler başlayacakmış. Tam bizim konserlerin olduğu zaman. Umarım çok eylem olmaz.”
Pek yakında Harbiye Açıkhava’da konser verecek bir şarkıcının menajeri söyledi bunları.
Konser verecekleri gün Gezi Parkı’nda eylem olacağı bilgisini almışlar. Bu yüzden, “Ya iptal etmek zorunda kalırsak?” endişesi başlamış. Bu da başka türlü bir eylem fobisi anlayacağınız...
BETON VE GRİ BİR TAKSİM MEYDANI
Taksim Meydanı’ndaki düzenleme bitmek üzere.
Meydanın altından geçen yollar bitti, yakında ulaşıma açılacak. Peki ya üst taraf? Şu an koca bir beton zeminden ibaret. Alabildiğine gri, tuhaf, zevksiz bir boşluk. Böyle kalmayacağını tahmin ediyorum, ama her gün bu çirkinliği gördükçe umudum azalıyor.
Bir ‘arkası yarın’ hikayesi (kısım iki)
DÜN KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM
Prive’deki hızlı tanışma gecesinin ardından tam iki ay geçmişti. Nilüfer eline tutuşturulan kağıttaki numarayı ertesi gün aramış, Murat’la randevulaşmış ve aynı gün Bağdat Caddesi’ndeki bir kafede buluşmuşlardı.
Her şey o kadar apar topardı ki geri sayımda bir ilişkiye başlanmıştı sanki: 10, 9, 8, 7...
Ve o günden bugüne tam iki ay: Nilüfer için sadece Murat’ın olduğu tam iki ay. Sabah uyandıktan sonraki “annesinin halini hatrını sorma” ritüeli artık sonra ermişti.
Önce Murat’ı arıyordu. Dakikalarca onunla konuşuyor, sonra Murat onu alıyor ve geziyorlardı. Çok eğleniyor, çok sevişiyorlardı ama aralarında hiçbir ortak nokta yoktu.
Piyano öğretmeni Nilüfer ve hiçbir mesleği olmayan, sadece çok güzel bakan ve sokakta beraber gezdikleri vakit kimsenin gözünü alamadığı gösterişli adam Murat...
O çok hızlı yaşanmış iki ay boyunca aslında aralarında hep bir üçüncü kişi vardı. Bu üçüncü kişinin hayaletiyle yaşadı Nilüfer, onu kabullendi, “Tamam” dedi: Ünlü moda tasarımcısı Zafer’di o hayalet.
Üç-dört yıl öncesine kadar bu şehirde bir “hiçbir şey” olan Murat’ın uzun bir süredir “her şey”i olmuştu Zafer. Murat’ı “biri” yapmıştı. Ailesinin ihtiyaçlarına varana kadar hayatındaki tüm konforu o sağlıyordu. Karşılığında Murat’ın ödemesi gereken bir bedel vardı elbet: Yanından/yatağından ayrılmaması. Nilüfer aslında Zafer’i Prive’deki o ilk gece Murat’ın yanında görmüş ama böylesi bir ilişki sistemi içinde olabileceklerini aklına bile getirmemişti tabii.
Ama şu son iki ayda çok şey öğrenmişti.
Mesela sevgilisiyle sevişirken aniden Zafer arayabilir, “Arkadaşlarla karar verdik Bodrum’a gidiyoruz, arabayı hazırla” diyebilir ve günlerce Murat’tan ayrı kalma zulmüne katlanmak zorunda kalabilirdi.
Sonunda Nilüfer rahatsız oldu bu durum-
dan. Ve o teklif etmeden Murat aniden çıkardı baklayı ağzından: “Ona her şeyi söyleyeceğim ve bu iş bitecek!”
Nilüfer heyecanlandı. Gerçekten Murat sadece onun mu olacaktı? Zafer anlayış gösterecek miydi?
Kalbi, bu aşkı yaşamaya başladığından beri hep yüksek ritimde atıyordu ya, bu kez daha da yükselmişti ritim.
Bu hızda piyanoyu çalmaya kalksa tuşlar parçalanabilirdi! Oysa farkında değildi Nilüfer. Hep geri sayımdaydı bu ilişki, hep: 10, 9, 8, 7...
Arkası yarın
Paylaş