Paylaş
- Woody Allen’ın son filmi “Paris’te Gece Yarısı” göklere çıkarıldığı kadar iyi bir film değil.
Klasik bir Woody Allen filmi işte, ama en iyisi filan değil. Hatta son dönem filmlerinden “Whatever Works” bile daha iyi ve de zekice bu filminden.
“Paris’te Gece Yarısı”nda hoş olan tek şey şu:
Herkes, yani tüm insanlık yaşadığı dönemi sıkıcı buluyor ve bir başka dönemde yaşamayı şiddetle arzuluyor.
Oysa işte “o an”ın tadını elde var olanla çıkarmak gerekiyor. Bu da pek “vayyy” bir şey değil, ama filmin hoş bir nasihatiydi işte. En çok akılda kalan...
- YAĞMURDA YÜRÜMEK Mİ?
Unutmadan, “Paris’te Gece Yarısı” aynı zamanda Paris’e dair romantik bir tanıtım filmi gibi.
Çeşitli mesajlar da veriliyor bu tanıtımın içinde.
Misal: Yağmur yağarken Paris sokaklarında yürümenin şahane bir şey olması gibi...
Aslında doğru, kaldırımda yürürken arabaların su sıçratma riski en az seviyede olduğundan yağmurlu havada yürümek romantik olabiliyor Paris’te.
Ama asıl iyi yanı Paris’in, o yağmurdan sıkıldığın anda köşe başındaki bir kafeye sığınıp kuruma şansının olması.
Üstelik o kafenin dışarıya koyduğu masa ve sandalyelerde oturup yağan yağmuru dikizleyebilmen...
Çünkü kaldırım küçücük dahi olsa mutlaka kafelerin dışında bir sıra masa ve sandalye vardır orada.
Yani romantik Paris’te.
- “ŞU MİNDER BOŞ, SİZİ ORAYA ALSAK?”
Nereye geliyor mevzu?
Tabii ki bizim meşhur masa ve sandalye olayımıza.
Bu konu makul bir şekilde çözülür, kurunun yanında yaşın yanması biter bir gün diye beklendi, ama herkes boşuna umutlandı işte. Artık geriye dönüş yok.
Beyoğlu’nda dışarıya konan masa ve sandalyeleri unutun. Olay bitmiş, fiş çekilmiştir.
Burası böyle bir şehir. Paris filan değil, abartmayın.
Ya dışındasındır kafenin ya da sonsuza dek içinde.
Ya da işte Cihangir’deki Smyrna’nın bulduğu şahane çözümle kaldırıma konan minderin üstünde!
Cumartesi günkü Kelebek’in manşetindeydi o minderli çözüm. Koca minderlerin üzerinde yemek yiyordu Cihangir müdavimi ünlü oyuncular.
Dönüşüm dedikleri böyle bir şey galiba...
- SON MEVZU: FAZIL SAY SEMPATİSİ
Herkesin dilinde aynı tespitleme:
“Bu Fazıl Say da şöhret hastalığına yakalandı, gündeme gelmek için konuşup duruyor.”
Oysa ben kendisine yeniden sempati duymaya başladım.
Söylediklerine katıldığımdan filan değil.
Tamamen “konuşan bir ünlü” olmasından dolayı.
Bizim ünlüler fazla temkinli, fazla ölçüp tartan, kontrol denizlerinde sessizce boğulan insanlardır ya.
Fazıl Say hiç öyle değil. Ha babam konuşuyor, strateji gözetmiyor. Televizyonda o an Orhan Gencebay’ı görüyor belki, hopp Twitter’a döşeniyor loy loy loy...
İçinde tutmuyor. Kaba da oluyor bazen saba da... Ama olsun. Sürekli susan, sustuğu için de hayli sıkıcı olan ünlülere göre
Fazıl Say, son zamanlardaki o iğrenç klişeyle, candır yahu.
Sorunlu sorular dünyası
- HOŞLAN-MADIĞIM SORU: “Doğum günümü nerede kutlasam? Tavsiye edeceğiniz bir yer var mı?”
OLASI YANIT: Doğum günü partisi denen şey kişinin hangi ortamları, müziği, sosyal çevreyi sevdiğiyle doğrudan alakalı.
Şimdi ben sizin karakterinizi bilmeden nasıl bir tavsiyede bulunabilirim ki?
- EN TREND SORU: “Aa çok iyi görünüyorsun! Bir şey mi yaptırdın yüzüne?”
OLASI YANIT: Eskiden “Aa çok zayıflamışsın, çok iyi görünüyorsun” derlerdi sosyal ortamlarda, anlık karşılaşmalarda.
Şimdi insanlar bu replikten sıkıldı, direkt estetik sorusu soruyorlar. Birçok sohbette rastlıyorum.
Bana sorduklarında direkt alaycı damarım devreye giriyor: “Üç gerdirmem, beş lipom, altı botoksum var; ancak böyle olabildim.”
Gayet iyi niyetli soranlara rastladığım zaman ise dürüstlük damarım devreye giriyor tabii:
“Bebek’te, Lucca’nın hemen dibinde, İnci Soydan adlı şahane bir kadının açtığı güzellik merkezi var.
Bildik merkezlerden değil. İnci Hanım, Anadolu’dan getirttiği bitkilerle organik yüz kremleri yapıyor.
Ben onun kremlerinden kullanıyorum. Bu yüzden dipdiriyim, tazeliğim de bir ömür boyu.”
Paylaş