Bebek’in en ünlü mahalle barı, tıpkı Cihangir’in Leyla’sı gibi, kuşkusuz Lucca.
Ama Leyla’dan farkları var elbet. Mesela Lucca, Leyla’dan daha pahalı.
Ayrıca buraya takılmaya gelen ünlüler Leyla’daki gibi sıkıcı değil. Kimse kimsenin suratına "bad" bakmıyor. Herkes ünlü çünkü, o meseleyi halletmişler. "Olmuşlar", bitmiş.
Dertleri başka başka: Single’ın ardından bir albüm iyi gider mi, şu yapımcıyı arayıp "noldu bizim dizi" desem mi, etrafta paparazzi var mı... Filan. Böyle şeyler.
Leyla’dakiler ise malum, ünlü olma konusunda ya sınırdalar ya da kısıtlı bir çevre tanıyor onları.
Uzun karşılaştırmanın kısası, gecelerden bir gece (geçen cuma) Lucca’dayız işte. Masada tatlı kadın Seray Sever var, ayrıca yeni tanıdığım Oktay Kaynarca... Ne zaman ayağa kalksa baştan aşağı süzdüğümüz bir adet Brezilyalı manken kızcağız da var.
Okan Bayülgen fotoğraflarını çekecekmiş galiba, barın spekülasyonu bu. Zaten Bayülgen de orada, masadan masaya koşturma halinde. Berrak Tüzünataç’la konuşuyorlar ve o latin mankenle.
Bir zamanlar "Kocam beni dövdü" diyen Zeynep Tokuş’la "karım psikopat" diyen Alp Nuhoğlu da orada. Muhabbetlerine bakılırsa bu mevzular geçen sezonda kalmış.
Ve işte bir star geliyor; siyah ceketli, beyaz gömlekli. "Star" diyorum, çünkü iki koruma arkasında ve cep telefonuyla konuşarak, "meşgul" giriyor mekana.
Ancak bir star böyle davranır ne de olsa... Evet, o bir Erdal Acar.
Tam o sırada yan masadaki (hayli) sarhoş kadın Seray’a doğru eğilip "Siz, siz, O’sunuz değil mi?" diyor. Seray şaşkın bakınca, "Gerçekten güzelmişsiniz" deyiveriyor kadın. Gayet samimi. Belki az sonra başka bir kadına ya da erkeğe aynısını yapacak, "Siz, O’sunuz değil mi?" diyecek.
Gerçi sorsa, yanılmayacak kadın. Çünkü Lucca insanları hep beraber "O".
O tarafta, o projede, o kanalda, o adamla/kadınla...
Bu yüzden herkes, Leyla’dan geçip Lucca’ya geçme faslında ya (mevlayı bulmak için değil tabii).
Six Feet Under’ı nasıl bilirdiniz?
Aslında Six Feet Under’ın 3. sezon finalinin ardından iki hafta geçti. Ama hem dizinin son bölümünü sindirmek kolay değildi (zaman lazımdı) hem de araya bir sürü yazı mevzusu girdi.
Yazmak isterken, yazamadı deli yürek, vesaire...
Cidden o son bölüm neydi öyle: Annesinin evlilik töreni sırasında (ailenin anlam arayan kızı) Claire’in hönkürerek ağlamaya başlaması. İlişkileri çıkmaza girmiş David ve Keith’ın onca restleşmeden sonra birbirlerini pamuklara sarmalamaları. Ve tabii haftalardır depresyon çukurlarında boğulan Nate’in intihar etmekle/etmemek arasında gidip geldiği o araba sahnesi...
En mühimi de Lisa’nın Nate’e söylediği o koyucu laf: "Ben bir fırsat değil, insanım!"
Hepsi de birbirinden arızalı, travması bol Fisher Ailesi’nin maceralarını özleyeceğim ben.
Dördüncü sezon belli ki 2007 kışında başlayacak Cnbc-e’de. Çünkü Eylül’de Nip/Tuck başlıyor.
Bu arada meraklısına, bir başka "tuhaf" dizi, The 4400’ün eski bölümlerinin tekrarı pazarları yayınlanmaya başlamış.
Petek Bebek’e bir de Ken lazım
Petek Dinçöz, kendi adını taşıyan oyuncak bebekler çıkarıyormuş.
Petek Bebek’lerin de tıpkı Barbie’ler gibi, çeşit çeşit elbisesi olacakmış.
Buraya kadar tamam, ama nasıl Barbie’nin Ken’i varsa, Petek Bebek’in de bir Ken’i olmalı.
Ve o Ken Bebek tabii ki Can Tanrıyar’dan başkası olamaz.
Can Bebek’i de en kısa zamanda vitrinlerde görmek umuduyla diyorum.