Antalya-Çeşme hattında (Kaş hariç) en iyisinden en kötüsüne tüm barlara, kulüplere dokuz gün boyunca girdim, çıktım.
Ve dön dolaş şu beş şarkının çalındığına şahit oldum. İtiraf ediyorum, hepsinden de gına geldi. Uzun süre bu şarkıları duymak istemiyorum! İşte 2010 yazında, güney kıyılarının en çok çalan şarkıları: 1. Pas/ Soner Sarıkabadayı Ne Tarkan ne Serdar Ortaç, “Pas” çalıyor her yerde. şarkıyı bilmiyordum ama o kadar çok dinledim ki artık sözlerini ezberledim, imdat! 2. Alors On Danse/ Stromae Bu iç gıcıklayıcı Fransızca dans şarkısı her tip kulübün gözdesi. 3. Bodrum / Hande Yener Özellikle şarkının “b.ktan zamandık” kısmında herkes çığlık çığlığa... 4. We No Speak Americano / Yolanda Be Cool&DCUP “Alors On Danse”ın hemen ardından bu şarkı çalıyor genelde. 5. Evli, Mutlu ve Çocuklu/ Demet Akalın
YEDİNCİ GÜN? * Sabah saat 06.00. Bodrum Türkbükü’nde konakladığımız yerde sivrisinek saldırısına uğradık! Planladığımızdan daha erken yola çıkmak zorunda kaldık. * Öğleden sonra Kuşadası’na 20 km mesafede, Davutlar’daki Milli Park içindeki koylardan birine karavanı park ettik. İlginçtir; burada irili ufaklı yaban domuzları sahile kadar iniyorlar. ınsanlar arasında geziniyorlar. Domuzlar hayli evcilleşmiş yani. * Gece başlarken Kuşadası barlar sokağındayız... Yan yana bir sürü Irish Pub, dövmeci dükkanları ve sokağın en sonunda bir adet sex shop. Kısacası ortam şenlikli. Ama barların tarzı bin yıl evvelden kalma. * Kuşadası demek canlı müzik demek, bunu anladım. Murat Dalkılıç buradan çıkma zaten. Keza adalıymış, restoranı da var Kuşadası’nda, adı Mykonos. şu anda adalıların en sevdiği canlı müzik performatörü ise Özhan. Özhan’ı dinleyemedim, ama western-Yunan esintileri taşıyan, fantastik dev posterinin önünde uzun süre incelemelerde bulundum. * Ve Jade... Eski Cahide benzeri şovlar yapıyorlar burada. Fasıllar, akrobatik şovlar, bol cinsel alt metinli ve bana hayli bayağı gelen parodiler...
SEKİZİNCİ GÜN?. * Kuşadası’nda kaldığımız Önder Camping’ten öğleden sonra ayrılıyoruz. Bu arada Önder Camping şehir içinde, gireceğin bir denizi filan yok, ayrıca yanı başında berbat müzikler yapan bir bar var. Ama bunlara rağmen özenli bir camping alanı. Yeşillikli ve evet, tuvaleti temiz! * Akşamüstü artık Alaçatı’dayız... Turun son ayağı. Evimi özledim artık! Tamam, karavanla bir oraya bir buraya alıp başını gitmeyi sevdim. Lakin kendi düzenimi de özledim. Nedir bu yaman çelişki annem? * Alaçatı’nın malum kalabalık caddesinin biraz dışında, arka sokaklarda şimdilerde herkesin gözdesi olan bir mekan var: Mi Casa. Bahçesi çok geniş. Çalan müzikler de dinamik. Tek kusur: Arada Beggin’ı da çaldılar, çok banal!
DOKUZUNCU GÜN? * Ayrılık vakti... Karavandaki eşyalarımızı topluyoruz. Giderayak öğreniyorum ki, fotoğrafçımız Franz Von B. bu karavan turu sonrası arabasıyla bir de Ortadoğu turu yapacakmış. “Bu sıcakta mı?” diyorum Franz’a. “Önemli değil” diyor. Franz gerçek bir gezgin aslında. Gittiği yerin koşullarına hemen ayak uydurabildiği ve asla şikayet etmediği için... En güzel misal şu: Tura apar topar Almanya’dan geldiği için Franz, yazlık malzeme alma fırsatı olmamış. Mesela parmak arası terliği bile yoktu. O yüzden günlerce yalınayak gezdi ve bu durum hiç mi hiç umurunda olmadı. (Franz’ın çektiği fotolar için onurbasturk.com’a göz atın derim...)
Karavan olayı 70’lerde daha iyiymiş
”Karavan Seyir Defteri” yazıları boyunca karavancılardan mailler geldi. Elbette şikayetleri ve istekleri var. Hepsini maddeler halinde toparladım: * “Kamp alanlarının kötü şartları konusunda haklısınız. Ama kamp alanları gereken geliri elde edemediği için kötü şartlarda çalıştırılıyor. Yoksa hiçbir karavancı tuvaleti bakımsız, çevresi kirli kamp yerlerine gitmek istemez, ama mecburen gider. Çünkü alternatifi yoktur. Alternatifinin olması için karavan sayısı artmalı. Bunun bir turizm olduğunun bilincine varılmalı. Devlet teşvikiyle kamp alanları açılmalı”. * “Nüfusu ıstanbul kadar olan Norveç’te binden fazla kamp alanı vardır, ayrıca Norveç Avrupa’nın en çok karavanına sahip üçüncü ülkesidir. Çünkü Avrupa’da ülkemizdeki gibi karavanlara ÖTV-KDV gibi fiyatları artırıcı vergiler yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla yurtdışında karavanlar ucuzdur”. * “1970 lerde ülkemizde daha çok kamp yeri olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bunu sebebi, o zamanlarda bugünküne yakın sayıda karavan olmasıdır!”
Erdal Acar da Deniz’in telefonunu atmıştı
Ece Erken, “Telefonla çok konuştuğum için Erdinç (Acar) telefonumu denize attı. Yoksa 26 bin Euro’luk saati atmış değil” diye açıklama yapınca aklıma geldi. Bundan 10 yıl önce... Deniz Akkaya’yla bir çekim yapmak üzere evindeyim. O dönem Erdal Acar’la fırtınalı bir ilişki yaşıyor Deniz. Biz tam evde çekim yaparken kapı çalıyor. Televole ekibinden biri, yeni cep telefonu getiriyor hediye paketi içinde Deniz’e... Deniz alıyor cebi, bir yandan da anlatıyor. Meğer önceki gün Erdal Acar’la teknedelermiş, kavga etmişler. Erdal Bey sinirlenip Deniz’in cebini fırlatıp atmış Boğaz’a. O yüzden şimdi yenisini göndermiş. Yanisi şu: Hep aynı şey yaşanıyor Acar Ailesi’nde. Habire cep telefonları denize atılıyor. Bir kısırdöngü hali yani. Kuantumsal olarak açıklaması nedir acaba, meraktayım?