Geçen cuma Kelebek’in manşetiydi, "Kestirdim, böyle mutluyum".
Söyleyen kimdi? Emrah. Hemen başka şeyler akla geliyor tabii.
Ama Emrah’ın kestirdiği göğüs kıllarından başka bir şey değil.
İyi de göğüs kıllarını almak için geç kalmadı mı Emrah?
Bu göğüs kılsızlığı hadisesi metroseksüellikle bağlantılı olarak altı-yedi yıl önce filan başlamıştı.
Hatta şimdilerde göğsün jiletle ya da ağdayla alınmış gibi "sıfır numara" durmaması daha iyi bir şey. Bir kız arkadaşım, "Ne o öyle, tavuk göğsü gibi" demişti. Haklı da galiba.
Bu kadar sıfır kılsızlık kadınlara iyi gelmiyor.
Uzun kılsızlığın kısası, göğüs kılsızlığı trend treni kaçtı gitti. Eskidi.
Yeni moda bacak kılsızlığı erkekte! Bir arkadaşım geçenlerde Philips’in makinesiyle kesmiş bacaklarını. Hepimize gösterip fikrimizi sordu.
Malum kız arkadaş yine aynı tepkiyi verdi tabii: "Bu ne be, tavuk göğsü gibi!".
Sosyeteyle parlak bir macera
Şu anda bu yazıyı Türk sosyetesi elemanlarıyla beraber geldiğimiz (150 kişi filan) Antalya Belek’teki Shine Otel’den yazıyorum. Oteli bizimle beraber açtılar, sosyete ve ben ilk muhteşem davetlileriz.
O yüzden normal karşılamak lazım tabii: Asansörlerin çalışmamasını, kabloların bir sanat eseri misali dışarda sallanmasını, yemeklerin gecikip insanların aç kalmasını, görkemli döşenmiş resepsiyona telefon bağlanmadığı için ulaşılamamasını, hem internet hem de ortalıkta yeterli personel olmamasını...
Hayır ben her şartta mutlu olabilen biriyim (yalannn), ama sosyete bu şartlarda ne yapsın? Hele hele şampanya diye ikram edilen Altınköpük’ü?
Bir de otelde Eren Yorulmazer’in elinden çıkma hayli ağır, hayli Fransız, hayli Ortaçağ şatosu bir dekorasyon var ki, sanırsın İsviçre’de bir kayak otelindeyiz. Her şey çok kışlık. Kadife kadife kadife... Bir şömine eksik. Tamam, bazı yerler cidden hoş. Disko mesela. Gördüğüm en iyi otel diskosu. Hatta İstanbul’da böyle kulüp yoktur, nefis.
Ama otelin dış cephesinden hiç bahsetmeyeyim, berbat.
Bir hapishane, bir adalet sarayı havasında.
Peki her şey bu kadar kasvetli mi? Değil tabii. Tamam, bitmeden oteli açmışlar, üstüne sosyete getirmişler. Ama eğlendirmeyi biliyorlar.
Bir tane Amerikalı siyahi erkek şarkıcı bulunmuş. Adı Jimmy Wilson. Adamın sesinden çok Adonis fiziği ilgisini çekti kadınların. Bir ara Wilson slip mayosuyla havuza girdiğinde "Vayy" sesleri yükselmedi değil.
Ama sosyete asıl Sun Orkestrası’yla aşka geldi. İstanbul Gelişim’in yabancı versiyonu yani... Coş coş coştular zıp zıp zıpladılar.
"ALTIN HAVUZ" NOTU: Dediler ki, otel havuzunun dibine altın döşenmiş. Şok şok şok! Gündüz gözüyle görebilmiş değilim. Acaba gece şnorkelle filan dalıp sökülse mi altıncıklar?
’Nasılsın iyi misin’ tedirginliği
Size de oluyor mu bilmem. Çok muhabbetim olmayan, arada bir mesela iş gereği- görüştüğüm biriyle bazen şöyle saçma bir tıkanıklık yaşıyorum.
"Merhaba nasılsın?" diyor karşıdaki. "İyiyim sağol, ya sen?" diyorum doğal olarak. Alışmışız, fiks cümle. Bu kez karşımdaki, "Ben de öyle, e nasıl gidiyor, iyi misin?" diyor. Ya da, "E napıyosunnn?"
Hayır kötü olan bu diyalog tekrarlandıkça tekrarlanıyor. Bir yere varmıyor.
İyi olduğumu öğrendin, daha bunu ne diye uzatırsın ki? Nereye gider bu kısır naberrr muhabbeti? Ne zaman biter? Bitmiyor, her seferinde aynı saçma şey. Uzattıkça uzatıyoruz. Pöf...