Paylaş
“Yine” diyorum, çünkü akşamlar artık tek başınalığın sembolü.
Herkes kendi evinde (kendi izlediği diziyle) yalnız.
“Herkes” dediğim, biz, yani bekar ve çocuksuz arkadaş grubum.
Evet, mekanlar açılmadan önce birbirimizin evine gidip geliyorduk.
Ama mekanda buluşup laflamak gibi olmuyordu.
Mekanlar açılınca hızla alıştık öğleden sonra buluşmasına.
Ama öğleden sonra buluşmak da zor.
Herkesin işini bir şekilde ayarlaması gerekiyor.
Bu yüzden herkes aynı saatte gelemiyor. İşini bitiren düşüyor mekana.
Tam da o gün bir arkadaşım sevgilisinden ayrılmış.
Sevgili ayrılığı malum, herkesin mutlaka üzerine görüş bildireceği, “Ben sana demiştim” diye cümleler kuracağı pek ateşli bir meseledir. Deyim yerindeyse, “güzel içeriktir”.
Konu oradan döndü dolaştı, evliliğe ve Ece Dağıstan’a geldi.
Ece Dağıstan son açıklamasıyla kadınların yeni kahramanı.
Bir kere samimi. Şu sözleriyle özellikle:
“Evlenmek hiçbir zaman ana hedefim olmadı. Keza 43 yaşında evlendim.
Benim amacım her zaman kendi huzur ve mutluluk formülümü bulmak oldu.
Bizim Fazıl’la (Say) iki evimiz var doğru ama bu ayrı yaşamlar sürmek değil.
Kimse birbirinin üstüne çökmedi bizim ilişkimizde ama biz her günümüzü gecemizi çoğunlukla iki ev arasında geçiriyoruz.
Ve doğrudur, birbirimize sırt çantamızla gidip geliyoruz.”
Ece Dağıstan gibi çok fazla kadın tanıyorum.
Evlenmeyi hiçbir zaman ana hedefi gibi görmeyen.
Önceliği kendi yaşamını inşa etmek olan.
Bu öyle kolay bir şey değil üstelik.
Çünkü bir noktada böyle yaşayan kadınlara (en başta da hemcinsleri tarafından) “Evlenmeyi düşünmüyor musun?” baskısı yapılıyor ince ince. Bilinçli ya da bilinçsiz.
Sırf bu yüzden evlenenler de tanıyorum. “Çıksın aradan” diye.
Bir de kadınlar arasında evlilik konusu “Başardım, başaramadım” meselesine de dönüşüyormuş, onu yeni yeni öğreniyorum.
Bu nedenle Ece Dağıstan’la Fazıl Say’ın ayrı evlerde yaşama modeli, her ne kadar yeni bir şey olmasa da, bu kadar şeffaf ve samimi ve dile getirildiği için bir ferahlık sağlamış görünüyor bazı kadınlar üzerinde.
Benim hissettiğim o.
Ece Dağıstan’ın kahramanlaşması o yüzden.
Bir başka model: Saba
Saba Tümer de tıpkı Ece Dağıstan gibi farklı bir kadın modeli. Geçtiğimiz günlerde çocuk sahibi olmak istemediğini söyleyip eklemişti:
“Herkes anne olmak zorunda değil. Karşıma çıkan veya çıkacak olan biri fikrimi değiştiremez. Bu benim kendi kararım, çok da mutluyum. Herkesin anne olmasına gerek yok bu hayatta, isteyen olur istemeyen olmaz. Hayat seçimlerden ibaret.”
Saba ve Ece gibi kadınların bildik düzeni altüst eden kendi hayat seçimlerini, yine en çok kadınlar sorguluyor.
Bizzat şahidim. Bir kadın arkadaşım “Ben çocuk istemiyorum” deyince, karşısındaki kadının “Büyük konuşma, her kadın ister” diye onu neredeyse azarladığına...
“Sürdürülebilirlik” modası
10 yıl önce “enerji” lafı çok modaydı.
Kişisel gelişim seminerleri patlamış, herkes “enerji”sini düzenlemeye çabalıyordu.
Ama her yerde gerekli gereksiz o kadar çok kullanıldı ki, “enerji”nin ifade ettiği her şeyden bir süre sonra sıkıldık, uzaklaştık.
Şimdi aynı tehlike sinyali “sürdürülebilirlik” kavramı için var.
Her marka bir şekilde kullanıyor. Çünkü bu kavramı kullanınca direkt “çevreci” oluyorlar.
Oysa kavramı kullanmak çevreci olunduğu anlamına gelmiyor.
Eylem de gerekiyor.
Olan kavramın ifade ettiklerine oluyor. Giderek içi boşaltılıyor bu kelimenin.
Paylaş