Bilen biliyor, ama bilmeyenler için özet geçmekte fayda var: 1986’da açılan Discorium, kısa zamanda müdavimlerini oluşturmuş ve dönemin gençliğine birçok "ilk"i yaşatmış bir mekan.
Mesela şimdilerde artık kanıksanan lazerli ışık oyunları ilk kez burada yapılmış.
Açılışta sürekli çalınan "Carmina Burana" ise Discorium gecelerinden sonra en çok satılan klasik müzik yapıtları arasında yer almış.
Discorium’un sosyal ilişkilere de katkısı var. O dönemki (erkek) müdavimlerden bizzat dinledim.
Kız arkadaşlarıyla rahatça gidebildikleri ilk mekanlardan biriymiş Discorium.
Bir tür, şimdinin Reina’sının başka türlü versiyonu yani...
Sonra her mekan gibi zamana yenilmiş Discorium ve kapatılmış.
Özel kanalların programları için kiralanan bir stüdyo haline gelmiş.
Ama artık öyle değil. Cumartesi gecesi itibariyle Discorium kapılarını yeniden açtı.
Doğal olarak da yeni kuşakla tanıştı. İçerisi öyle kalabalıktı ki, hani hiç abartmıyorum adım atacak yer yoktu. Bir yandan da kalabalık sıkmıyor, bunaltmıyordu.
Tuhaf ama herkes çok eğleniyordu. Ki bu hakikaten sıkça rastlanmayan bir durum İstanbul mekanlarında. Genelde "kesişir" bu toprakların gençliği, dans etmez çünkü.
Oysa burada kesintisiz bir dans hali söz konusuydu. Ah bir de peçete fırlatmasalardı havaya!
Dj Hüseyin Karadayı her telden çaldı. Justin’in "Sexy Back"ini de, Sezen’in "Değer mi" hitini de...
Kalabalığın çoğunluğu özel üniversitelerde okuyanlardan ibaretti.
Ama üst katta orta yaşlı çift bile gördüm. Yaş skalası hayli genişti yani, anlayın.
Bu arada disko alanına ulaşıncaya kadar koridorlarda dikkatli yürüyün. Çünkü her yer baştan sona ayna. Ve insan aynalara çarpmamak için kendini zor tutuyor. Misal, ben.
Hatırlatayım: Pazar, pazartesi hariç her gün açık olacak Discorium New Generation.
Adresi ise aynı. Gayrettepe’de, Sinan Pasajı’nın en alt katında.
Emre NY yine Oscar yolunda
Emre Ertürk’ü Ankara yıllarından beri tanırım. O zamanlar ressamdı.
Dokuz yıl önce New York’a yerleşti ve Emre NY adlı çanta/aksesuvar markasını kurarak bambaşka bir rotaya saptı. Meğer marka olmak hep içinde olan bir şeymiş.
Keza Alem’e verdiği bir röportajda şöyle demiş: "Küçüklüğümden beri hep marka olmak istedim. Anneme her Vakko önünden geçerken ben de böyle olacağım derdim".
Bugünlerde Emre, giderek büyüttüğü markası için daha bir heyecanlı...
Çünkü markası bu yıl da Oscar ve Golden Globe (Altın Küre) törenleri için aday.
Malum, geçen yılki Oscar törenlerinde Hugo Boss, Gaultier, Porsche ve Moet&Chandon gibi alanının en iyisi markalarla bir arada "Oscar Evi"nde yer almıştı Emre NY.
Dünyaca ünlü yıldızların Oscar öncesi en uğrak noktası olan Oscar Evi, bir tür butik fuar...
Bence Emre NY, 2007’de Oscar Evi’ne ikinci kez gidecek.
Çünkü NY camiasında o kadar popüler ki Emre ve markası, New York Post’un mesela, hakkında yazdığı "Gucci’yi unutun" lafı az buz şey değil.
Bu arada hem Oscar hem de Altın Küre için seçilecek marka olmak da kolay değil.
Emre’yle ara sıra konuştuğumuzda zorlukları anlatıyor. Bir kere oradaki halkla ilişkiler ve reklam ajansları gerçekten "ajan" gibi. Markanın ne kadar talep gördüğüne ve ürünler hakkında çıkan yazılara göre not veriyorlar. Israrla tekrarlarsam: Cidden Emre’nin yaptığı az buz şey değil...
Lovemarks notları
l Peşinen söyleyeyim, merakla beklediğim Lovemarks konferansının sabah konuşmalarını kaçırdım. Öğleden sonra gittiğimde sabah gösterilen çarpıcı reklam filmleri konuşuluyordu.
Mesela bir tanesi herkesi çok etkilemiş. Hemen aktarayım: Bir adam ve önünde duran gümüş tepsiyi getirin gözünüzün önüne. Adam bir süre sonra kafatasını açıyor!
Yetmedi, beyninden bir parça alıp tepsiye koyuyor! Yanıldınız, adam beynini yemiyor.
Bir kağıt parçası alıp beynini burnuna çekiyor. Kokainman usulü.
Zaten reklamın mesajı da bu: Uyuşturucu böyle bir şeydir, başladınız mı sonu gelmez...
Çok zekice bence. Ayrıca şok eden türden...
l Serdar Erener’in sunuculuğunu yaptığı Marka Meydanı, bir tür markaların "Siyaset Meydanı" gibiydi. Erener’in hazırcevaplılığı ve biraz fazla uzun konuşması ise "Acaba yakında talk şova başlar mı?" sorusunu getirdi akıllara...
l Marka Meydanı’nda jürinin seçtiği lovemark, yani aşkla/sevgiyle bağlanılan marka Arçelik, 700’e yakın katılımcının, yani halkın seçtiği lovemark ise Hürriyet oldu. Tek takıldığım, Serdar Erener’in söylediği "Hürriyet Pazar olmazsa olmaz" sözleriydi. Hafta içinin başı kel mi? Aşkolsun...