Geçen cuma öylesine yazmıştım. Genel istek (umumi arzu) üzerine bu hafta yeniden var ‘Dear Semoş’. Lafı fazla uzatmadan, işte Semoş ve kankasının maceraları...
Dear Semoş,
Sana niye böyle hitap ettiğimi bilmiyorum. Hatırlamıyorum nedenini. Hayatım zaten şuursuzluklar üzerine kurulu. Sen de en şuursuz arkadaşlarımdan birisin! Bak iki arada bir satırda bunu da itiraf ettim.
Neyse dear kanka, dün geceyi Tepebaşı’ndaki şahane butik otel Ansen Suit’te geçirdim. Yurtdışından gelen görgüsüz arkadaşımın kaldığı odada DVD partisi yapıldı. Son moda da bu: DVD partisi yapmak!
Nasıl bir partiyse artık. Koyuyorsun filmi, seyrediyorsun. Sonrasında filmi tartışıyorsun. Valla beni aşar böylesi, feci sıkar.
Dayanamadım, kendimi Nişantaşı’ndaki Panini’ye attım. ‘Cadılar Bayramı partisi var’ dediler, koş gel. Sönük bir partiydi, ama Panini’nin işletmecisi Zeynep’e bayıldım. Seksi bir kadın.
Yahu Semoş, çok sıkıldım bu şehirden, artık hiçbir şey bana keyif vermiyor. Yoksa ilk uçağa atlayıp Dubai’ye mi gitsem? Biraz orta yaşlı kemiklerim ısınır. Ama şu sıralar tavırs hikayesinden dolayı Dubai’ye kılım, gidemem. Böyle protestolarım da oluyor hayatta. Ama bak zıpır sosyetik arkadaşımlardan Firdevs, İran’a gitti. Bayramı orada geçirecek. Giderken yanına kızcağız çarşaflar, türbanlar aldı. Çarşaflı resimlerini dönünce bana verecek.
Ben de Hello’ya vermeyi düşünüyorum. Bassınlar da, kızın namı yürüsün.
Hadi satırlarım bitenzi, öptüm gerdanından, kiss yağmuruna tuttum. Bye.’
Bu bayram İstanbul’da delik deşik sokaklarda
Giden gitsin, kalan sağlar bizimdir misali bu bayram İstanbul’dayız. (ben ve saz arkadaşlarım) Ama İstanbul feci şu sıralar. Belediye Başkanı Topbaş çocuklara çikolata aladursun; Cihangir, Nişantaşı ve Şişli civarındakiler mesela susuzluğa alıştı.
Birkaç haftadır böyle çünkü, sular bir geliyor sonra yine tıss...
İstiklal Caddesi’nin ortasından ise fay hattı geçmiş gibi, delik deşik. Balık Pazarı güya Talimhane gibi olacakmış, ama canım turistler gıcır spor ayakkabılarıyla çamurda zar zor yürüyor.
Bunca olumsuzluğa rağmen bayramda İstanbul’da ne yapılır, ne yapılmaz? Buyrun işte, naçizane (en snobundan) kırmızı hat’lık tavsiyeler:
n Maskeli Beşler ve benzeri kötü Türk filmlerine vakit ayırmak olmaz, alın güzel bir film, evde arkadaşlarınızla izleyin. Veyahut hala gitmediyseniz Lord Of War’a gidip silkinin. ‘Nasıl bir dünyada yaşıyoruz’ diye hayıflanın.
Dev alışveriş merkezlerine gidip oksijensiz kalmayın. Bebek’teki Lucca’ya gidin. Yine kapalı ortam, ama havalandırması iyi, oksijeni daha fazla. Ayrıca dedikodu sirkülasyonu yüksek.
Delik deşik olmayan caddelerde yürümekte fayda var. Mesela Nişantaşı. Sonra Reasürans’taki kafelerden birinde (Zanzibar mesela) sıcak çikolata için.
Ve 360 yerine, Galatasaray’daki Zoe’da yemek yiyin. Yemekler, Susam’ın eski şefi Hasan Usta’dan. Mekan küçük, ama 360’tan daha sıcak bir atmosferi var.
Sibel Kekilli korkutmayı reddetti
Kısa filmleriyle tanınan Tan Tolga Demirci ilk uzun metrajlı filmini çekmeye hazırlanıyor. Filmin türü, gerilim. Çekim mekanı ise Kapadokya.
Filmin başrol oyuncularından biri Sibel Kekilli olacaktı. Hatta Kekilli senaryoyu okudu, beğendi. Ama son dakikada rolden vazgeçti. Onun yerine genç yönetmen yeni bir kadın oyuncu arıyor.
150 Euro’luk kadehten şarap içilen mekan!
The Marmara Pera’nın üstünde Mehmet Gürs’ün açtığı Mikla adlı restoran şu sıralar herkesin dilinde. Yaklaşık bir aydır açık olan mekan, hem yemekleri, hem de bir hayli pahalıya patladığı söylenen servisi ve dekorasyonuyla dikkat çekiyor. Öyle ki, Mikla’ya her gelen, önce şarap kadehlerini gözden geçiriyor. Çünkü Gürs bu kadehlerin çok özel olmasını istemiş ve her şarap kadehi 150 Euro’ya patlamış.
Mekanın en az 100 kişilik ve her masada en az iki tane kadeh olduğu düşünülürse, bu ‘pahalı özen’in maliyetini hesaplayın artık.