Bloglardan blog beğen

Geçenlerde Haşmet Babaoğlu’nun köşesinin içinde teknoloji yazan Onur Andaç’ın yazısından öğrendim: 20’den fazla blogu olan bir Singapurlu varmış. Acayip zengin olmuş bu yolla.

Blog mevzusu bizde henüz bu aşamada değil. Kısacası henüz kimse zengin olmadı.

Olunursa da işin tadı kaçar gibi geliyor bana.

İşte son zamanlarda rastladığım, henüz gazozu kaçmamış en keyifli bloglardan birkaçı:

n Sandaletli Seyyah: İzmir’de yaşayan bir doktor olan Bora Bilgin, 18 yaşından beri kah otostop kah bisikletle dünyayı turluyormuş. Blogunda, gezip gördüklerini bolca fotoğraf kullanarak anlatıyor. Esprili ve sade bir dili var. Hele trenle gittiği bir Diyarbakır seyahati var ki, nefis ayrıntılarla bezeli.

(http://sandaletliseyahat. blogspot.com)

n Barış Nerede:
28 yaşındaki Barış’ın blogunun tasarımı daha profesyonel. Blogun esprisi, Barış’ın o an dünyanın neresindeyse blogunu oradan yazması, bir tür naklen yayın gibi. "Niye gezip duruyor bu adam?" diyene de kendisi bizzat açıklama getirmiş: "Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birinde, herkesin yapmak için can atacağı çok güzel bir işim, etrafımda arkadaşlarım ve ailem var. Peki neden hálá bunları geride bırakıp, maceralı ve uzunca bir yolculuğa çıkmak için delicesine istek duyuyorum? Çünkü merak ediyorum. Çünkü Baudelaire gibi, her nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi geliyor bana da... Küçüklüğümden beri hayalini kurduğum gibi, dünyadaki diğer insanların ne yaptığına bakmaya gidiyorum".

(www.barisnerede.com)

n Bir de "kamicha" var. Onunki msn’de inşa edilmiş bir blog. Yazılarında bir Tuğçe Baran tadı var. Mesela şöyle: "Sevgili insanlık, çalışmak insanlık dışı bişi. Hepimiz sakat olmalı, bütün gün yan gelip yatmalıydık. Ya da kafadan ibaret olmalıydık, vücudumuz olmamalıydı. Hem yoruluyo, hem kilo alıyo meret şey". Eğlenceli yani, tavsiye ederim.

(http://spaces.msn.com/ kamichas)

VE CEP BLOGUYLA İLGİLİ NOT:
Malum bir de bizim cep telefonu blogumuz var. Köşenin altında görüyorsunuz zaman zaman. Ve büyük olasılık kimileriniz, "Bu nasıl bir şey ya?" diyordur haklı olarak ("blog yaz boşluk bırak, sonra da obasturk yazıp 2727’ye mesaj at" altyazısı).

Şimdi tabii o kısıtlı bir blog. Uzun cümleler kurulacak bir blog değil. Her gün bendenizden size (üye olursanız tabii) kısa mesajlar geliyor. "Şuna gittim, böyle oldu. Buradaydım, vay be" türünden. İlginizi çekiyorsa (her gün mesaj almaktan sıkılmazsanız şayet) sözkonusu işlemleri yapıp üye oluyorsunuz bir zahmet. Nitekim cep blogu giderek yaygınlaşacak bir hadise. Ona göre yani.

Guantanamo esirleri İstanbul’a geliyor

Film Festivali, 25. yılını çarşamba akşamı Zarifi’de yaptığı bir partiyle kutladı.

Parti boyunca Türkçe pop çaldığından olsa gerek (Harika Avcı’nın "Sürünüyorum"u, Gülşen’in "Yurtta Aşk"ı) pek zıp zıp zıplayan olmadı. Bir tek Yavuz Özkan’ı dans ederken gördüm ben.

Daha çok kendi çemberinde bir ileri bir geri salınmak suretiyle festival kulisi yaptı festival insanları.

O sırada rastladım Ceyda Tufan’a. Kendisi Pi Film Dağıtım Şirketi’nin sahibidir.

Büyük dağıtım şirketlerinin aksine bütçesi kısıtlı, ama anlatımı kuvvetli, hatta biraz sert filmleri satın alıp Türkiye’ye getirir.

Bu festivalde dağıtım hakkını aldığı beş filmi gösterilmiş. "Takeshi" onlardan biriymiş (onu da izlemedim). Ama Ceyda Tufan’ın asıl bombası festivalde gösterilmeyen bir belgesel: İngiliz yönetmen Michael Winterbottom ile Mat Whitecross’un ortaklaşa çektiği "The Road Guantanamo".

ABD tarafından El Kaide üyesi oldukları gerekçesiyle iki yıl boyunca Guantanamo’da esir olarak tutulan ve çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra 2004 yılında serbest bırakılan Şefik Resul ve Ruhal Ahmed’in başrollerini paylaştığı "Guantanamo’ya Yolculuk"u 28 Nisan’da gösterime sokuyor Ceyda Tufan.

Sadece bu filmi gösterime sokmakla kalmıyor üstelik. İsmi geçen iki tutukluyu filmin gösteriminden iki gün önce İstanbul’a getiriyor.

Sanırım önümüzdeki günlerde, 11 Eylül’den sonra Washington’un terörle savaş kapsamında tuttuğu Guantanamo cezaevi tekrar gündeme gelecek.

Hem film hem de birebir tanıkların anlattıkları sayesinde...

En iyisi Yurtseven Kardeşler’di

Lütfi Kırdar’daki MÜYAP ödül töreninin kokteylindeyiz. Ama tavandan sarkan notalı dekor ve insanların (kadın, erkek farketmiyor) aşırı süsü itibariyle sanki bir düğüne ışınlanmış gibi şaşkınız. Türkçe poptan zerre kadar hoşlanmayan arkadaşımla beraber....

Kafa tokuşturarak selamlaşanlar, piyano eşliğinde ortama zıt (inatla) Fransızca şarkılar söyleyen bir kadın vokal, gazetecilerle kavga eden bir pop şarkıcısı ve tabii unutulmaz tablo: Yurtseven Kardeşler’in gelişi.

Kardeşler arasındaki en "star" kişi İsmail YK önde, diğerleri domino taşları misali arkada, bir girişleri vardı kokteyl alanına. Pek havalıydı.

Hani bir tek onlar gerçek, onlar star gibiydi.
Yazarın Tüm Yazıları