Paylaş
O sırada Avrupa’yı turlamakta olan Amerikalı Harry Pickering’le teyzesi de oteldedir ve vakitlerinin çoğunu otelde, neredeyse Venedik’i hiç görmeden, barda geçirirler.
İngilizce’yi iyi konuşan Giuseppe ile kısa sürede ahbap olurlar. Birkaç ay sonra Harry’nin teyzesiyle arası bozulur. Çünkü teyzesi kendine genç bir sevgili bulmuştur ve aniden otelden ayrılır.
Teyzesinin gidişinin ardından daha çok içmeye başlayan Harry’ye bir gün Giuseppe sorar, “Bu içkileri ödeyecek paran var mı?”
Harry olmadığını söyleyince Giuseppe ona borç para verir.
Harry bu iyilik karşısında şaşırır, borç parayı alır ve bir süre sonra Venedik’ten ayrılıp Amerika’ya döner.
1931 yılına gelindiğinde Giuseppe çoktan bu borç olayını unutmuştur. Ta ki Harry borcunun katbekat fazlası bir parayla karşısında görünene kadar...
Harry, Giuseppe’ye birlikte bar açma teklifinde bulunur ve Piazza San Marco’daki çıkmaz sokakta yer alan terk edilmiş bir halat deposunun birinci katında efsanevi Harry’s Bar böylece açılmış olur.
50 metrekarelik Harry’s Bar rahat atmosferi, harika yemekleri ve servisiyle kısa sürede popüler bir hale gelir.
Hollywood efsanelerinden kraliyet ailesine kadar mekana gelmeyen kalmaz.
Böylece Cipriani efsanesinin de temeli atılmış olur.
İKONİK FERİBOT TERMİNALİNİN İÇİNDE
Şu anda tam 14 şehirde 22 adet Cipriani restoranı bulunuyor. Bunların en yeni ve en havalı olanı ise bir ay önce New York’ta açılan Casa Cipriani.
New York’a gelir gelmez herkesin dilinde olan Casa Cipriani’yi duydum ve tabii ki hemen görmek istedim. Ama Casa Cipriani diğer Cipriani restoranlarının aksine üyelere özel bir kulüp ve ayrıca otel. Yani girmek için üye olan birini tanımak gerekiyordu.
O kişiyi de kısa sürede buldum ama kendisi o an New York’ta değildi. Yine de benim adıma Casa Cipriani’ye yazdı, İstanbul’dan bir gazetecinin mekanı görmek istediğini belirterek...
Sonrası çorap söküğü.
1906’da tasarlanmış, 20. yüzyılın Beaux-Arts tarzı son feribot terminallerinden olan ikonik Battery Maritime Building’de, yani Casa Cipriani’nin konuşlandığı binada buldum kendimi.
30’LARDAKİ LÜKS BİR GEMİ GİBİ
Casa Cipriani’yi bana gezdiren Stefania Girombelli’yle daha ilk dakikadan itibaren İstanbul üzerine sohbet ettik. Hatta bana Özlem Önal’ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Bir dönem İstanbul’da da açılmış Cipriani’nin macerasından bahsettik. Derken konu en yeni aktöre, tabii ki Casa Cipriani’ye geldi. Thierry Despont tarafından tasarlanan Casa Cipriani beş kattan oluşuyor.
Otel odalarının art deco tarzı kısaca şöyle özetlenebilir: 1930’lardaki lüks bir geminin modern versiyonunda kalıyormuşsunuz gibi...En üstteki üyelikli kulüp katında ise yine 30’lar hissi veren bir caz kulübü, şömineli bir alan ve tabii restoran var.
İÇERİDE FOTOĞRAF ÇEKMEK YASAK
Casa Cipriani, New York’un suyun kenarındaki tek otel ve kulübüymüş. Elbette bu özellik bir İstanbullu için sıradan bir durum ama bir New Yorklu için oldukça önemli ve yeni.
Dolayısıyla o gün gittiğimde restoran tıklım tıklımdı ve herkes New York sosyetesinden biriydi. Cipriani ailesinin dördüncü nesil üyesi, 30 yaşındaki Maggio Cipriani tarafından açılan Casa Cipriani önümüzdeki yıl Milano’da da açılacakmış. İçerde fotoğraf çekmenin kesinlikle yasak olduğu Casa Cipriani, belli ki farklı tarzıyla Soho House’ların yakın zamandaki rakiplerinden biri olacak.
New York’ta bu restoranlara gitmeli
Elbette çok restoran var. Gidebildiklerimi sıralayayım...
◊ Portekiz ve Çin mutfağı karışımı Macao’ya.
◊ Meksika mutfağının iyileri Cosme ve kardeş mekanı Atla’ya.
◊ Renove edilip yeniden açılan Pier 17 içindeki The Fulton ve Malibu Farm’a.
◊ İyi kahvaltı ve ortam için Sunday in Brooklyn’e.
◊ Klasik Amerikan kahvaltısı ve öğle yemeği için Empire Diner’a.
◊ Parti ortamında İtalyan restoranı için Mamo’ya.
◊ Teras bar için Jimmy’ye, Dumbo House’a, 1 Hotel’e ve RH Rooftop’a.
◊ İyi kokteyl ve ambiyans için Mace ve Dante’ye.
◊ İtalyan ve Japon mutfağı melezi Kimika’ya.
◊ Ve vazgeçilmeyen klasiklere: Jean Georges restoranı ABC Kitchen’a, İtalyan mutfakları Carbone ve Bar Pitti’ye, Balthazar’a, Butcher’s Daughter’a, Buvette’e...
Paylaş