Malum yıla, yani Maya Takvimi’ne göre dünyanın son yılı sayılan 2012’ye girmeye üç ay kaldı ya, dünyanın çeşitli yerlerinde bazı insanlar tam gaz hazırlık halinde
Evet, biz böyle trafikte, ofiste, yani gündelik hayat cehenneminde kaybolup duralım, bazıları 2012’yi nerede geçirsem diye düşünmekle meşgul. Mesela bir arkadaşım var. “Enerji düzeyi yüksek” diye 2012’nin son demlerini Şirince’de geçirmeyi planlıyor. Şimdilik onunla dalga geçiyorum, ama son dakikada soluğu onunla beraber Şirince’de alırsam da kendime şaşırmam. Şirince’nin aksine daha hazza yönelik sığınma yerleri yapanlar da var tabii. Porno film üreticisi Pink Visual adlı şirket mesela. 2012’deki olası kıyamet koparken sığınmak üzere bir adet -kendi usullerince tabii- porno sığınağı tasarlamışlar! Sığınağın içinde bar, direk dansı pisti ve bir porno film stüdyosu bulunuyormuş. Amaç şuymuş: Kıyameti konfor, lüks ve haz içinde atlatmak! Bu fena halde “pompei” sığınağa ilginin yüksek düzeyde olacağı aşikar. Peki 2012’yi bırakın, halihazırda, yıllardır kendinize sığınak olarak bellediğiniz, arada bir her şeyden kaçıp gittiğiniz esas rutin sığınaklar neresi? Kendi adıma benim Olimpos’tu. Yıllar önce. Artık orası da insanla dolup taştığı için sığınak özelliğini kaybetti. Şimdi yeni sığınaklar arıyorum. Şevval Sam’inki gibi bir şey aramıyorum ama. Şöyle demiş ya Sam: “Okul yıllarımda öğle tatilinde Zincirlikuyu’ya giderdim. İçimden geldiğince oradakilere dua ederdim. Üç İhlas bir Fatiha okurdum sonra da derslerime devam ederdim. Bu kaçış ruhuma iyi geliyordu.” Aslında sığınak dediğin, pekala şehrin içinde, bir başkasına (tıpkı Sam’ın gittiği Zincirlikuyu mezarlığı gibi) gayet absürt gelebilecek yerler de olabilir. Adaylarım var tabii. Hemen sıralıyorum... Atatürk Havalimanı’na inen/kalkan uçakları seyredebileceğin en havalı sığınak Flyinn’deki Home Store, kendini Vanilla Sky filminin final sahnesinde gibi hissedebileceğin, uçsuz bucaksız bir manzaraya sahip tek sığınak Point Otel Barbaros’un tepesindeki helikopter pisti, hemen dibine demir atmış dev gemiler sayesinde başkalarının hayatını dikizleme olanağı veren sığınak ise İstanbul Modern’in çoğu kez yabancılarla dolu olan kendi halindeki kafesi...
Paris’li birkaç tavsiye
Woody Allen’ın “Midnight in Paris” filmiyle beraber Paris yeniden gündemde. Geçen yıllarda Barselona’yı böyle gündeme getirmişti Allen. Pek yakında İstanbul’un fon olduğu bir film yapar mı bilinmez, ama Paris’li son Allen filmine gitmeden önce yeni döndüğüm Paris’ten size birkaç tavsiye... Fransız tasarımcı Philippe Starck’ın dizayn ettiği epey mekan var Paris’te. Ama bunların en meşhuru Bon’lar ve de Kong. Özellikle Kong nefis. Yemeğinizi yediğiniz yerin üstü şahane bir cam kubbe. Sigara içmeye çıktığınız alan da avizeli, şıkır şıkır bir yer. Kong’un yemekleri genelde Tayland Mutfağı’ndan. Ama tüm yemeklerin “füzyon” olayına bulandığını söylememe gerek yok herhalde. Le Georges. Meşhur Centre Pompidou’nun altıncı katındaki restorandan Paris çatılarını, manzarasını görmeniz olası. Gayet ferah bir mekan Le Georges. Sağınızda solunuzda ünlü Fransızlar’dan birini görmeniz an meselesi burada. Mesela Zidane. Le Montana. Paris usulü bir kulüp. Dar, karanlık, tıklım tıkış. Bir süre sonra insan bunalıyor ama Fransızlar seviyor burayı ne hikmetse. Ve La Perle. John Galliano’nun Yahudiler hakkında söylediği sözlerin cep telefonuyla kaydedildiği o meşhur bar. Marais’deki La Perle, aslında Galliano olayı öncesi de popüler bir yerdi. Ama Galliano olayı sonrası daha “uğrak bir yer” halini aldı. Buranın kalabalığı her daim dışarıya taşıyor ve kaldırımlarda “özgürce” sosyalleşip içebiliyorsunuz.