Cumartesi gecesi sokağa çıkıp mekanları dolaşınca anladım. Babylon’un +24 uygulamasına geçtiğini bildiriyle duyurması birçok insanda büyük tepki yaratmış (bakınız, cumartesi günkü yazı.)
Babylon’cular da bu tepkiyi sezmiş olacaklar ki, ikinci bir açıklama daha yapmak zorunda kaldılar. Bu kez şöyle diyorlar: “... 24 yaş uygulamasına TAPDK yönetmeliği kapsamındaki etkinlikler nezdinde bugünden itibaren başlamış olmamız, kesinlikle yürürlükteki yeni yönetmeliği benimsediğimiz anlamına gelmemektedir. Bu uygulama Babylon’un tercihine bırakılmış bir karar değil, yönetmeliğin dayatmasıdır. Bu yönetmeliğin hepimizin hayatını nasıl şekillendirdiğini ve bizi ne kadar zor durumda bıraktığını kamuoyuna duyurmak istedik. Karanlıkta kalamazdık. Sektör dernekleri ve diğer iş ortaklarımızın yasal girişimlerini destekliyor ve olumlu sonuçlarını bekliyoruz.” Aslında ilk açıklamada bu tavrı ortaya koysalardı, belki kimse bu kadar tepkili olmayacaktı Babylon’a. Çünkü ilk açıklamalarında biraz “boyun eğen” bir tavır söz konusuydu, “ne yapalım, böyleyken böyle” şeklinde... Sonuç olarak Babylon’a kızmak, tepkiyi abartmak da yersiz. Asıl tepki uygulamanın kendisine olmalı. Benimsenmek istenmiyorsa tabii...
Gecelerden...
Tünel’deki Que Tal, kendi halinde küçük bir tapasçı. Cumartesi gecesi beş-altı kişi birden gittik, tapaslarımızı söyledik. Bir ondan bir bundan derken (patates bravas ve kırmızı et favorimdi) şahane bir şekilde doyduk. İstediğiniz yabancı şarabı -mönüde olanlardan tabii- kadeh olarak da veriyorlar, ki öyle kadehi yirmi liraya filan değil, daha ucuza. Sevdim burayı...
Que Tal sonrası Lux’a gittik. Lux o gece hemen karşısında yer alan, sokağın en eski mekanı NarPera’yla karşılıklı olarak coştu. İki tarafın kalabalığı birbirine karıştı sigara molaları esnasında.
Gündüzlerden...
Tam beş gündür Ataşehir’e gidip geliyorum. Ve her seferinde arkadaşlarıma, “Ataşehir’den geliyorum” dediğimde kuşkulanıyorlar, “Hayrola? İkinci bir evin filan mı var orada, noluyoruz?” diye. Hayır, tabii ki yok. Başka bir sebebi var. Güzel, sarışın ve hayli “hoca” bir sebep. Biraz merak ediniz, çarşambayı iple çekiniz...
Ataşehir’e git gel, buraları çözdüm tabii, nerede ne var, ne oluyor. Buranın ahalisi daha çok Palladium’a takılıyor. Bir kere gitmiştim oraya. Cook Shop’ta oturmuştum. Ah ah, Cook Shop deyince canım şimdi o baştan çıkartan tatlıları Magnolia’yı çekti. Deneyiniz Magnolia’yı bir gün, hararetle tavsiye...
Bir de buradaki bütün sitelerin adını ezberledim. Böyle bir manyaklık olabilir mi? Tabela okuma hastalığının zirve yapmış hali bu, korkacak bir durum yok. “Site adları” isimli tez çalışmasına her an başlayabilirim. Ama önce, önce şu kaslar-eklemler-kemikler dünyasındaki bilmeceyi çözmem lazım. Niye mi? Dedim ya, çarşamba beklensin...
Tam zamanı: Firavun’un laneti
Kahire’ye ve dolayısıyla Kahire Müzesi’ne yıllar önce gitmiş ve o klişe ağızla gerçekten gördüklerim karşısında büyülenmiştim. Hele firavunların, şimdiki tasarım mobilyalara taş çıkartacak denli muhteşem eşyalarını görünce... Ve şöyle düşünmüştüm sonra da, “Bu eserleri yaratanların torunları nasıl bu hallere düşmüş?” Şimdilerde o “düşen” Mısır uyanıyor; ayaklanmış, her gün kaynıyor. Ama ayaklanırken kendi kültürünü de yağmalıyor gelen haberlere göre. Evet, Kahire müzesi yağmalanmış bile. Yüzlerce heykel ve porselen parça tuz buz olmuş. Hani insan filmlerdeki gibi şöyle fantastik şeyler geçirmiyor değil aklından: O firavunlardan biri yüz yıllık uykusundan uyansa ve...