* Bir kez daha anlaşıldı ki, Türk halkı sanat müziği deyince hálá ama hálá sadece iki ismi hatırlıyor: Emel Sayın ve Ahmet Özhan.
Oysa her ikisinin de son zamanlarda çıkardıkları bir albüm yok. Göz önünde de değiller.
Demek ki alaturka tıkanmış durumda.
Ya da bu iki isim, marka olarak hakikaten çok güçlü. Hiçbir şey yapmasalar dahi belleklerden silinmemeleri, aynı değerlerini yıllarca korumaları buna işaret.
Bu arada Ahmet Bey, Uzay Yolu’ndaki Atılgan’dan yeni inmiş gibi giyinip gelmişti, onu da yazmazsam olmaz hani!
* Serdar Ortaç iki ödül birden almasına rağmen, "Bana bak gelirim oraya, hepinizin ağzını burnunu kırarım" suratına/enerjisine sahipti ki, hani bir ara endişelenmedik değil agresyon rüzgarının fırtınaya dönüşmesinden...
Yeri gelmişken soralım; neden böylesiniz sayın Ortaç, neden neden neden?
* Halit Ergenç gecenin en estetik yürüyen ve dik duran Altın Kelebek’li kişisiydi.
Herhalde modern dans eğitimi almış olmasının bir sonucuydu bu. Tebrik etmek lázım kendisini.
* Bergüzar Korel başka bir kıyafet mi bulamamıştı allahaşkına? Hem yürümekte zorlandı kıyafetin kuyruğundan dolayı hem de kesimi fenaydı o yemyeşilll şeyin...
* Seda Sayan’ın "TV sunucusu" ödülü alması şaşırtıcıydı. Demek ki halk, sunucu olarak görüyor Sayan’ı. Oysa Seda bacı sunucu değil, bir şov girl (ya da şov bacı).
Sunuculuk bambaşka bir şey, şimdi anlatmaya gerek yok herhalde uzun uzun.
Ama işte halkın algısı bu demek ki, yapacak bir şey yok.
* Kuşkusuz törenin en duygusal anı Okan Bayülgen’in "Pudra" adlı fotoğraf sergisi için bir araya getirdiği tiyatrocuların sahneye çıkıp onur ödülü almalarıydı.
Nejat Uygur’un "Nah alırsın" esprisi şahaneydi. Müjdat Gezen’in ise tiyatrodan ilk kazandığı paranın 1960 yılına rastgeldiğine inanamadım. Az buz değil, 1960’dan bahsediyoruz.
"Vay be" demek lázım...
* Erol-Ajlan Köse çifti ödüller alınıp verilirken birdenbire ayağa kalktı ve salonu terk etti.
Ajlan Köse’nin, önden hışımla yürürken, eşine doğru muhteşem bir sinirle dönüp "geri zekálı" demesi gözlerden kaçmadı!
Bu arada Ajlan Köse’ye albüm yapacakmış doktor Erol Bey.
Gülşen’in önceki albümüne girmeyen bazı şarkıların Ajlan Hanım’ın albümüne girmesi gündemdeymiş. "Ya tutarsa?" diyor, başka da bir şey demiyorum...
* Mahsun Kırmızıgül sahneye ödül almak için çıktığında organizasyondan biri mikrofon düzeltmeye filan çıktı zannettim. Çünkü Mahsun Bey’i tanımanın imkánı yoktu.
Hakikaten neydi o pembe gömlek ve buz mavisi jean pantolon kombinasyonsuzluğu?
Ve o saç-sakal birbirine karışmış, Alkatraz Hapishanesi’nden az önce firar etmiş o yorgun argın yüz ifadesi?
Mahsun Bey’in ödül almaya böyle çıkması süper yadırgandı.
Hande dans ederken hálá kütük gibi
Hande Yener dünkü Kelebek’te Sema Denker imzalı röportajında "Şu an iyi dans ediyorum, ileride daha iyi olacağım. Eskiden sahnede kütük gibi duruyordum. Şimdi öyle durmuyorum" demiş.
Seni en son Cahide’de izlediğimde de öyleydin. Powerturk gecesinde de... Dans, sadece iki-üç figür yaparak yanındaki erkek dansçılara uyum sağlamak değildir. Olmamalıdır da... Bir kimliği olmalı yapılan dansın. İzleyene bir şey hissettirmeli. Ama erotik, ama romantik... Bir şey işte.
Ben seni dans ederken izlediğimde hiçbir şey hissetmiyorum. Umarım ilerde hissederim, umutluyum nitekim...
Hani bunu da -naçizane- zamanında modern dans dersi almış biri olarak yazıyorum, ukalalıktan değil.
Son albüm "Nasıl Delirdim"e gelince... O ayrı. Hatta apayrı.
Kesinlikle çok iyi. Tüm aranjmanları yapan Erol Temizel harika bir iş çıkarmış.
"Kibir" ya da daha çok bilinen adıyla "Yanmam Lazım" zaten şu günlerin en favori dans şarkılarından.
Bu arada Hande bu albümünde şarkı sözü de yazmış. Boaz Aldujeli’yle beraber.
Peki bu Boaz Aldujeli kimdir, hangi millettendir, cidden merak ettim. "Biraz Özgürlük"ü de o yazmıştı. Öğrenince sizi de aydınlatacağım, söz.