Paylaş
Meğer Tarkan’ı protokolde değil (ilk konseri öyle izlemiştim); ayakta, Açıkhava’nın merdivenlerinde, kenar kuytu köşelerinde filan izlemek gerekiyormuş.
Zevki/göbek havası böyle çıkıyormuş.
Pazartesi gecesi gittiğim konser bu yüzden had safhada eğlenceli geçti.
Bu arada iki konser daha eklemiş Tarkan Açıkhava konserlerine; 4 ve 7 Eylül.
Onlar da bizim gittiğimiz konser gibi yeniden izdihama neden olacak eminim.
Çünkü Tarkan modası başladı yeniden.
Tamam, son albümü, şarkıları çok sevildi; o ayrı.
Ama ona duyulan ilgi, şefkatte bir patlama; yine yeniden bir arzu nesnesi olarak görme halinde yükselme baş gösterdi. Öyle böyle değil.
Yanımda yöremdeki kadın kalabalığından sürekli şöyle sözler duyup durdum: “Aşık oldum, cillop gibi hâlâ ya!”
Açıkhava konserlerinden birine gidin, az bile tespitlediğimi göreceksiniz.
FASHION WEEK
NOTLARINA DEVAM...
Ystanbul Fashion Week bitti, ama yankısı hâlâ sürüyor. Hâlâ konuşuluyor.
Yşte pazartesi başlayan YFW notlarının kalan kısmı...
? Ortak kanı: Bu kez yabancı davetliler tam isabetti. Mesela aralarında Monocle dergisi moda direktörü Takeharu Sato vardı.
Ama onları yeterince organize ağırlayabildik mi? Pek değil.
Yine aksaklıklar oldu.
Bu konuda en talihsiz kişi ise ELLE Orient yayın direktörü ve sahibi Desiree Sadek’ti.
Desiree Ystanbul’a geldiği ilk gün otel otel dolaştırılmış.
Önce Çırağan, sonra Conrad, en son da Swissotel’e getirilmiş!
Ve nihayet rezervasyonun bu otele yaptırıldığı anlaşılmış!
? Arzu Kaprol defilesindeki “Armani, Armani!” protestosu ve çoğu yerli tasarımcının yabancıları taklit ettiği iddiaları en çok konuşulan YFW koniularıydı.
? Gamze Saraçoğlu’nun defilesine ise Emine Erdoğan’ın özel fotoğrafçı yollatıp podyumda arz-ı endam eden kıyafetleri çektirdiği söyleniyordu..
? Kapanış partisinin televizyon ünlüsü ise Ysmail Filiz’di.
“Ezel”in ex oyuncusu Filiz, yeni sezonda başka bir dizide boy gösterecekmiş.
Kendisine stil tavsiye:
Bu tür özel davetlere daha özenli/kimlikli giyinip gelmeli. Dizi setinden kalkıp gelmiş ayarda bir kılık kıyafet olmuyor maalesef...
BERLYNLY GYBY YA?AMAK-KISIM YKY
Bir yarım kalan iş daha... Yşte “Berlinli gibi yaşamak”ın devamı...
1- Sanki yıllardır bu şehirde yaşıyormuş gibi, durmadan farklı yerlere gitmektense çoğunlukla aynı mekana gittim: Cafe Einstein’a.
Kurfurstenstrabe’deki müstakil bir eski eve konuşlanmış, metrekaresi geniş bu kafede yazı yazmalara doyamadım.
2- Bir gece sosyal hayata akayım dedim. Facebook’tan bir arkadaş Berlin’deki bir parti için bana davetiye göndermişti.
Hemen “attending” yapıldı ve bilmem ne kuruluşunun verdiği özel davete yollandım.
Parti, bir apartmanın teras katındaki bardaydı.
Ama o da ne?
Girişte 10 euro aldılar.
Meğer Berlin’de yapılan özel davetlerde girişte para alınırmış. Bu bir adetmiş.
Ystanbul’da organizasyon yapanlara duyurulur; beleşe parti filan yapmayın bundan sonra...
3- Buradaki gündeme de kayıtsız kalamadım tabii.
Nasıl Türkiye’de Hanefi Avcı’nın kitabı konuşuluyorsa; Berlin’de de Alman Merkez Bankası yöneticisi Thilo Sarrazin’in göçmenler, özellikle de Türkler hakkında kritiklere yer verdiği kitap gündemde.
Sarrazin’in kitabından, Berlin’de taksisine bindiğim Türk şoför sayesinde haberdar oldum.
O sırada Metropol adlı Türkçe yayın yapan radyo kanalı da açıktı.
Sarrazin’in söyledikleri tartışılıyordu.
Sarrazin “Almanya Kendini Yok Ediyor” kitabında göçmenlerin okullarda başarısız ve tembel olduklarından, iş hayatında ise az çalıştıklarından bahse-diyormuş.
Türk taksici, “Bu adam yüzünden yeniden hortladı yabancı düşmanlığı” diyordu.
Almanlar’ın artık Türkler’i “kabul ettiğini” düşünürken Fatih Akın’lara filan bakıp dışardan, şimdi bunları duymak şaşırtıcı/üzücü tabii.
4- Arkadaşımdan emanet aldığım evi uçağa gitmeden az önce bir güzel Vileda’ladım, temiz bıraktım.
Titiz bir Türk genci olarak...
5- Kısa “Berlinlilik” macerasından bana kalan şudur:
Sifonu gece istediğin kadar çek bir şey olmaz. Ama geceyarısı çamaşır yıkamazsan iyi olur!..
Kafelerde internet bulmak çok ama çok zordur...
Gece hayatı Ystanbul’un yanında orta hallidir; en iyisi sanat galerilerini gez gez doyamamaktır...
Bayan Gaga’nın kültürel devrimi
Vanity Fair’in eylül sayısının kapağı Lady Gaga.
Gaga’nın pozları ise çoğunlukla çıplak.
Saçları da nefis bir kül renginde.
Bir fotoğraf karesinde Gaga, çizgi roman kahramanları gibi (Red Sonja vardı bir zamanlar, bir tür dişi Conan. Hatırlayan var mı? Biraz onu andırıyor).
Yçerde de “Lady Gaga’nın kültürel devrimi” diye iddialı bir şekilde anonslanmış geniş bir yazı var hakkında.
Gaga’yla ilgili yazıda bitmek bilmeyen dünya turnesinden, Gaga’nın “Yorulmak mı? Bu bir maraton ve durmak da istemem” mesajından, bugünlere nasıl geldiğinden, “little monsters” diye hitap ettiği hayranlarıyla kurduğu ilişkiden, New York’ta bir dükkana gidip alışveriş yaptığı zaman insanların “Sen gerçekten Gaga’mısın?” diye şaşırmasından bahsediliyor.
Dahası Gaga’yı tanımlarken dergi şunların altını çiziyor:
“Madonna’dan daha iyi bir sesi var... Britney gibi değil, şovlarını/şarkılarını kendisi yazıyor... Üstelik piyanoda çok iyi; Rachmaninoff ve Beethoven’ın eserlerini bile çalabiliyor. (Fazıl Say buna ne derdi acaba?)”
Paylaş