Paylaş
Öncelikle emeğe geçen herkese bin tebrik; başından sonuna gayet şık bir zaman tüneliydi, kıyıda köşede kalmış şarkıları dahi hatırlama imkanı veriyordu.
Ama belgeseli izlerken şunu düşünmeden duramadım:
Türkçe pop bu 90’lar nostaljisinden kendini kurtaramayacak mı?
Evet, o dönemin şarkıları gerçekten başkaymış.
Evet, peş peşe nefis albümler yapılmış. Hem de işin ustası müzisyenler tarafından.
Evet, herkes altın çağını yaşamış.
Ayrıca yeni isimler ortaya çıkmış, çoğu da yıldız olmuş.
Ama bir yere kadar. Geçmiş güzeldi ama geçmişte kaldı...
Bana kalırsa 90’ların sihri, müzik sektörünün kafasına göre üretim yapmanın dayanılmaz hafifliğini dibine kadar hissetmiş olması.
Özgür bırakmışlar/bırakılmışlar...
Yeni şeylere aç olan dinleyici de her üretimi kabul edip bağrına basmış.
Yoksa 90’ların gayet manasız şarkıları da var.
Sevip sayalım, ama kabul edelim de yani.
“Abone”sinden “Öptüm Seni Şeker”e, “Otuzbeşe Bakla”dan “İstemiyorum Baba”ya ve “Ben Sizin Babanızım”a kadar oldukça geniş bir yelpaze üstelik...
Şeyma’nın kırpılmasından sonra akla üşüşenler
Ibiza’da çekilmiş kalabalık bir fotoğraf.
Karede tanıdık olanlar belli:
Şeyma Subaşı, sevgilisi Guido, Mert Alaş ve Marcus Piggott.
Lakin bu fotoğrafı Mert Alaş, yanıbaşında kendisine tutunmuş vaziyette duran Şeyma’yı kırparak yayınladı.
Şeyma ise fotoğrafın bütününü...
Peki Mert Alaş bilerek mi böyle yaptı?
Şeyma’dan hoşlanmıyor mu?
Gibi gibi binlerce geyik yapıldı haliyle.
O zaman eksik kalmayayım.
Buyurun Mert Alaş’ın kırptığı fotoğrafla beraber zihne üşüşen magazin yarasalarına:
◊ Gay argosuyla söylersek eğer, Mert Alaş’ın kırpma operasyonunun adı Şeyma’ya yapılan madilik (kötülük) olmuş.
◊ Ama fotoğrafın starı, öne çıkanı Mert Alaş değil her şartta Guido.
Eh, o da Şeyma’nın sevgilisi. Yani her yol yine Şeyma’ya çıkıyor. Kırpılsa bile!
◊ Belki de sadece kendini ön plana çıkarmak istedi Alaş, olamaz mı yani?
Çok kötü niyetlisiniz çook.
◊ Ya da Alaş, Şeyma’nın bacaklarının kendi bedenini bu kadar kapamasına kıl olmuştur. Yani ben olsam olabilirdim de...
Bu çelişki bitmez
Uzun bayram tatilleri boyunca en sık kullanılan cümle:
“Orası çok kalabalıktır, gitmeyelim”.
Tatil biter, ortam tenhalaşır, bu kez de şöyle sayıklanır:
“Burada kimse yok, hadi kalkalım”.
Cidden anlamıyorum; kalabalık mı itici yoksa yalnızlık mı?
Yoksa her ikisi birden mi?
Nedir bunun ideali acaba?
Paylaş