Paylaş
FARKI YOK
* Can Oba’nın görünüm olarak etrafındaki komşu esnaf lokantalarından farkı yok. Dolayısıyla dikkatlice bakmazsan önünden geçip gidebilirsin pekala.
İÇECEK DOLABI, ISITICI
* Can Oba’nın içi de öyle: Duvarlarında birbiriyle alakasız süslemeler, kağıt paketlerinden çıkartıp alacağın masalardaki çatal kaşıklar... Ayrıca küçücük bir tuvalet, küçücük bir mutfak, kola ve meyve sularının olduğu bir içecek dolabı ve elektrikli bir ısıtıcı...
YEMEKLER GELİNCE UNUTUYORSUN
* Bu mütevazı ve salaş görünüme uymayan tek şey yemekler tabii ki! Yemekler gelmeye başlayınca nerede olduğunu unutuyorsun.
* Önce çorbalar geliyor. Trüf yağlı kestane çorbası içtim mesela, enfesti!
ŞAKA MI BU?
* Ara sıcak olarak somona sarılmış kuşkonmaz, deniz tarağı, ana yemek olarak da ahtapotlu, cevizli risotto filan gelmeye başlayınca hayretlerin beşe ona katlanıyor: O daracık mutfaktan bu yemekler nasıl çıkıyor? Bu bir şaka mı?
ESAS SIR NE?
* Aslında Can Oba’nın bu kadar popüler olmasındaki esas sır bence bu: Hiç ummadık bir yerde, Michelin restoranlarından fırlamış gibi duran (ve o tadı veren), sürpriz bir şekilde çok çok iyi yemek yemek...
ETİLER’DE AÇSA TUTMAZDI
* Can Oba aynı yemeklerle Etiler’de, Nişantaşı’nda dükkanını açıp içine de nefis bir dekorasyon yapsaydı emin olun kimse oralı olmazdı!
Bir-iki kere meraktan gidilir, “Yemekler çok güzelmiş” diye mutlaka konuşulur, ama 2016’ya rezervasyon alacak kadar iş büyümezdi!
BİR TUTAM STRATEJİ Mİ?
* Evet, bizzat Can Oba’nın yanındaki çalışanı söyledi, 2016’ya rezervasyon aldıklarını...
Belki bir tutam pazarlama stratejisidir, orasını bilemem.
Ama şöyle bilgi verildi rezervasyonlarla ilgili:
“Hafta içi öğlen servisine daha rahat yer bulabiliyoruz. Ama akşamları ve hafta sonlarımız tamamen dolu! En erken mayısa yer bulabiliyorum.”
GÜLER YÜZLÜ VE SAMİMİ
* Can Oba’nın Sirkeci’deki yerinden çıkmaya niyeti yok. Burayı seviyor. Sadece mekanını biraz büyütmek istiyor. İmkanlar el verirse... Kendisi ayrıca gayet güler yüzlü, samimi ve yemekleri hakkında uzun uzun detay veren bir şef.
PAHALI MI DEĞİL Mİ
* Fiyatlar hakkında da bilgi vereyim. Ara sıcaklar 40-45 lira civarında. En pahalı ana yemek ise 60 lira. Yemeklerin içeriğine/malzemesine göre aslında normal.
Ama lokantada bir atmosferin, iyi bir servisin olmadığı düşünülürse bu fiyat abartılı da gelebilir. İçki olmaması da bir eksiklik olarak görülebilir. Çünkü bu yemeklerin yanında gerçekten insan bir kadeh şarap içmek istiyor, su değil.
Türkiye’nin tarzla imtihanı
Öz hakiki Bu Tarz Benim’le asıl bizimki gerçek Bu Tarz Benim yarışmaları farkında değil.
Asıl jüriye almaları gereken iki ismi fane halde es geçtiler:
Engincan ve İdo.
Ben olsam Engincan’ı bir bölümlük de olsa konuk ederdim.
Hatta gerekirse Miami’ye bağlanırdım. O derece ısrar ederdim yani.
Bakınız şimdi İdo da Engincan’ın izinde.
Daracık pantolon üstü uzun kazakla çektirdiği, fena halde eski tarz, “Geçen gün Londra Shoreditch’te arkadaşlarla geziniyorduk, ama bakan olmadı” diye konuşma balonu çizilebilecek fotosuyla filan...
Türkiye dönem dönem bir şeye sarıyor, malum.
Bir süredir de tarz olayına taktı.
O tarz benim şu tarz senin sürüklenip duruyoruz. TV’de tarz olmaya çalışan kızlar, onları överek ya da yererek hizaya getiren jüriler aslında gayet şunun farkında:
Giyim tarzı için önce bir yaşam tarzı lazım.
Ve o yaşam tarzı illa lüks olmak zorunda değil. Pekala orta halli bir yaşam tarzı sürenin de kimselere benzemeyen bir giyim tarzı tutturması mümkün. Ama kimse bunu yapmak istemez.
Çünkü yaparsan dikkat çekersin.
Dikkat çekince ne olur? Çok konuşulursun ve birileri gelir, “Kendine çeki düzen ver” der şefkatle karışık bir tehditle...
Dolayısıyla Türkiye’de gerçek anlamda bir sokak modası/tarzı olmaz.
Hele hele Tokyo’nun Harajuku kızları gibi bir şey asla olamaz.
Bizde sokağa şöyle bir baktığınızda gri/siyah montlu insanları, yine aynı renkte seçilmiş pantolonları ya da etekleriyle yürürken görürsünüz.
Ya tarz yapacak hali yoktur. Çünkü yaşam zaten telaştan ibarettir, bir de tarz yapmakla mı uğraşacaktır?
Ya da işte: Farklı olmayı istemez. Görünür olmayı tercih etmez.
Bu yüzden ekran karşısına geçince tarz olmaya çalışırken komik duruma düşen, ağlayan sızan kızları görünce hem eğlenir hem de “İyi ki böyle şebek hallere düşmüyorum yarabbi!” diye dua eder.
Ya da İdo’nun fotoğrafının altına, “Aga kendine gel, ne bu hal?” diye yazarak kendini rahatlatır. Bizim tarzımız ne yazık ki bundan ibarettir yani...
Paylaş