Paylaş
100 Kadim Öğreti’ kitabı nasıl doğdu?
Uzun yıllardır, farklı kültürlerin kutsal metinlerini ve kadim öğretileri araştırıyorum. Bu araştırmalar, birbirinden tamamen farklı kültürlerin ortak yönlerini keşfetmemi sağladı. Evet, bu size ilginç gelebilir ama kutsal metinlerin, kadim öğretilerin veya psikoloji kuramının sunduğu tavsiyelerde ortak yaşam kuralları var. İşte bu kuralları bir rehberde toplamayı ve insanların yararına sunmayı düşündüm. ‘100 Kadim Öğreti’ kitabı işte böyle ortaya çıktı.
Bu öğretilerin tamamının özü ‘yaşamda denge’ üzerine kurulu. Sizce yaşamda denge nasıl sağlanır?
Yaşamda dengeyi sağlamak bütüncül bir durumun sonucudur. Kadim öğretiler bize dikkat etmediğimiz konuların dengemizi bozduğunu söylüyor. Örneğin “En değerli varlığın sensin” öğretisinden yola çıkalım. Düşünün ki, 100 öğretinin tamamını yaptınız ama en değerli varlığınızın kendiniz olduğunu fark etmediniz. İşte o zaman diğer öğretileri yerine getirmeniz bir işe yaramıyor.
Madem öyle, sizce biz bu çağda, yaşamayı yeniden mi öğreniyoruz? Öyle bir haldeyiz ki, sanki insanlar bugüne dek yaşadıklarının farkında olmadan yaşamışlar da şimdi yaşamayı yeniden keşfetmişler gibi… Yaşam, bu çağda kitaplardan mı öğreniliyor? Nedir sizce yaşamak?
Gerçek bilgi evrenseldir ve üstelik zamandan, mekândan ve çağlardan bağımsızdır. Belki, bir bilgi çağlar boyunca farklı farklı anlatılmıştır ama özüne baktığımızda aynı duyguya odaklanıldığını fark ederiz. İlkçağdan beri ‘uyanmış’ kişiler, bilgiyi insanlara yaymaya çalışmışlar. Günümüzde de aynı durum söz konusu, ancak bir farkla… Son zamanlarda kişisel gelişimciler veya anlatıcılar, var olan bilgiyi aktarıyorlar. Sonra kendi anlattıklarını değişik formlarda başkalarından duyduklarında “Bak bak, benim bilgilerimi çalıyor” diye düşünebiliyorlar. İşte uyanışın önündeki en büyük engellerden biri budur. Çünkü bu bakışla kendimizi ‘üst’ bir yere koyarız. Kendimizi ‘üst’ bir yere koyduğumuz sürece de uyanabilmemiz mümkün değildir. Bu, işin amacına terstir. Bu nedenle hiçbirimiz, kendimizi, bilgiyi sıfırdan keşfetmiş kişiler olarak görmemeliyiz. Bizler yalnızca ‘hatırlatıcı’ olabiliriz. Çünkü bilgi, halihazırda vardır ve çağlar boyunca süregelmiştir. Zaten bir bilginin kökenini araştırdığınızda şu ana ait olmadığını da fark edersiniz.
Çağlar öncesinden gelen bir bilgi, bu çağın insanına da uyuyor mu peki? Bu çağın insanları, belki yüz belki de bin yıllık bilgilerden yararlanarak bu çağda yaşamayı becerebilecek mi?
Öncelikle şunu anlamalıyız: Bilginin kendisi aynıdır. Şu an odaklanmamız gereken, herhangi bir bilginin ne demek istediğinden ziyade ne demek istemediğini anlamaktır. Bir bilgiyi, yaşamımıza nasıl geçireceğiz? O bilgiyi yaşamımıza geçirirken nelere direnç göstereceğiz ve bunu nasıl aşacağız? Hatta bunu günlük yaşamımıza nasıl katacağız? Çünkü öteki türlüsünü hepimiz biliyoruz. Örneğin “Adaletli ol” öğretisinden yola çıkalım. Kime sorsanız “Ben adaletliyim” der, ama en fazla bir iki kişi “Zaman zaman adaletliyim” diyebilir. Oysa asıl adaletin sınandığı durumlar ayrıntılarda saklıdır. Düşünün ki, bir iş yerinde çalışıyorsunuz ve size bağlı çalışan biri, size karşı kişisel bir durumda saygısızca davrandı. Üstelik aynı hafta, o kişinin yıllık değerlendirme zamanına denk geldi. O saygısızca davranış olmamış olsa, ona vereceğiniz yıllık primin yüzdesini değiştirir misiniz, yoksa değiştirmez misiniz? Yani kararınız kişisel mi, değil mi? Bunu düşünmek gerekir. Çünkü insan yaşamın içindeki ince noktalarda sınanır.
Düşünün ki biz şu an bu konuyu Antik Yunan’da da konuşuyor olabilirdik. Yaşamın formu değişiyor ama dertler sıkıntılar çok benzer. Ancak bir farkla! Günümüzdeki yaşam çok daha sağlıksız ve eril. Çağlar değişirken toplumlar anaerkil düzenden ataerkil düzene geçmiş. Ancak doğa yine de bu kadar katledilmiyormuş. Yaşam, bu kadar maskülen ve acımasız değilmiş. Yani ders aynı, ama okul farklı. Öğreneceğimiz şey yine arınmak. Ancak arınmayı büyük şehirde yapmak çok daha zor.
Yani yaşadığımız sorunların temelinde ataerkillik mi var?
Şöyle düşünelim… Bu aslında bir rüya gibi. Kadim öğretilerde ‘maya’ denilen ‘dünya yaşamı’ rüyası. Gecenin en karanlık, en çatışmalı, rem uykusunun gerçekleştiği karışık bir dönemi yaşıyoruz şu an. Dolayısıyla uyumakta olduğumuzu fark etmenin en zor olduğu dönemlerden birindeyiz. Tarihte bu dönem ilk ve tek değil ama uyanmanın kendi içinde bir zorluğu var. Biz de bu kitapta, bu çağda ve bu yaşam içinde bunu nasıl aşabileceğimize odaklanıyoruz. Bu çağda meditasyon oturarak değil, eyleme geçerek yapılır.
Peki, AVM’lerin her yanı kapladığı, otoyolların büyüdüğü, trafiğin arttığı, kurumsal ilişkilerin karmaşıklaştığı, doğanın azaldığı bu çağda ayakta kalmak için ne yapmamız gerekir? Zira insanların dinginleşmesi ve sakinleşmesi için gerekli olan alanlar hızla yok ediliyor… Üstelik çok fazla uyarıcıyla karşı karşıyayız. Bu uyarıcılar içinde kadim öğretiler ne kadar işimize yarayacak? Bireysel olarak kendimizi bu karmaşadan ne kadar yalıtırsak yalıtalım; ailemiz, dostlarımız, komşularımız bu öğretilere sahip değilse yine benzer çatışmalarla karşılaşmaz mıyız? Çünkü söyledikleriniz karşılıklı bir eğitimi de gerektiriyor…
İnsanlarla bir aradayız ve bağımsız bireyleriz ama birbirimizden bağımsız olamayız. Bu temel öğretilerden biri. Ben bu dünyanın bir simülasyon gibi olduğunu düşünüyorum. “Cennetle cehennem” bu dünyada var ama o tasvir edilen cennet gibi bir yer değil. Çünkü programı öyle değil. Sanılanın aksine bu dünya, tek başımıza kendimizi gerçekleştirebileceğimiz bir yer değil. Bence dünya insanlığı olarak hep birlikte uyanmaya çabalamalıyız.
Fark etmemiz gereken öğretilerden biri şu: Başkasının mutluluğundan ya da üzüntüsünden sen sorumlu değilsin. Sen kendi yaptığından sorumlusun…
İnsan olarak diğer canlılardan farklıyız. Bir kedi veya köpek de üzülüyor ama anlık üzülüyor. O üzüntüyü sürdürmüyor. Oysa insanlar olarak bizler önce üzülüyoruz, sonra üzüldüğümüze üzülüyoruz. Bu bir kısırdöngüye dönüşüyor.
İnsanlar “Ben insanlara çok iyi davranıyorum, büyük fedakârlıklar yapıyorum ama karşılığını göremiyorum” der. Herkesin bizden kaçacak yeri var. Kendi çocuğumuz bile bizden kaçıp uzaklaşabilir. Ancak bizden kaçması imkânsız olan biri var, o da kendimiziz. Kendimize karşı yaptığımız eziyetin veya başkalarının bize yaptığı eziyetin vebali çok büyük. Dolayısıyla biz herkese çok iyi davranıyor, ama kendimize iyi davranmıyorsak kendimize en büyük kötülüğü yapmış oluyoruz.
Şu anda hayatta sahip olmamız gereken en temel öğretiler neler?
“Sözün gücünü öğren” öğretisi çok önemli. Sözler çok güçlüdür çünkü.
“En değerli varlığın sensin” öğretisi çok önemli. Bu bencillik değildir, kendine değer vermektir.
“Ruhsal borçlanmaya dikkat et” öğretisi de çok önemli. Çünkü evrenin bir matematiği var.
“Yaşamdaki mucizeleri gör” öğretisi çok önemlidir. Her şeydeki ilahi özü görmek çok önemli.
“Kalbinle ruhunu dinle” öğretisi de çok önemli. Kısırdöngülerimizden kurtulmalıyız.
Peki, toplumumuz bir felsefeyle yaşıyor mu sizce? Herkesin muhakkak ki bir amacı olmalı elbette ama hayatı anlamlı hale getirmek için nasıl bir farkındalığa ulaşmak gerekir?
Kuşkusuz ki her yaşamın bir felsefesi var. Ancak eski insanların ve büyük şehirlerin bizi içine soktuğu eril ve materyalist dünyadan uzak yaşayanların felsefeleri bir anlam arayışını içeriyor. Bu çağda, tüketim toplumu olmanın etkisiyle, her şeyi tüketiyoruz. Kişisel gelişim bile bir tüketim malzemesi haline geliyor. Bunun farkına varmalıyız. Kararlarımızı ve seçimlerimizi korkularımız mı etkiliyor, hırslarımız mı etkiliyor, yoksa içimizdeki şefkat duygusu mu etkiliyor? Bunların ayırdına varmak çok önemlidir.
Dünya yaşamını zor ve ileri bir okul gibi görüyorum. Bizler kendimizi ödüllendirmeli ve onurlandırmalıyız. Bu dünya yaşamının ana amacının öğrenmek, gelişmek ve ilerlemek çok önemli. Bunu söylerken “Yaşam değerli bir okuldur ve yaşamın içinde yaşarken zaten her şeyi öğreniriz” demek istemiyorum. Asıl söylemek istediğim şu: Bu yaşama hangi melekelerle geldiysek, bunların hepsinde ilerlememiz gerekiyor. Yani aklımız, ruhumuz, duygularımız ve bedenimizde aynı anda eşit bir zindeliğe ulaşamazsak gerçek bir aydınlanmaya ulaşamayız. Bedenimiz zinde değilse ruhumuzu zindeliğe ulaştırmamız mümkün değildir. Bir sistem içinde yaşıyoruz ve her şey birbirine bağlı. Bunun bilincine varmalıyız.
Arda Bafra, 100 Kadim Öğreti, Doğan Novus Yayınları, 302 sayfa, 80,50 lira
Paylaş