Paylaş
1930’lu yılların Türkiye’si savaşın izlerini silmeye uğraşan, doğaya, insanlara, hayvanlara önem veren, ilerici ve gelişmeye açık bir ülkeydi. Atatürk, her bir yurttaşın sorunlarını tek tek dinliyor, çözüm önerileri bulmaya çalışıyordu. Ülkedeki savaş bitmiş, düşmanlar yurdu terk etmişti; ama geride hastalıklar ve yoksulluk kalmıştı. O yılların en yaygın hastalıklarından biri sıtmaydı. Bursa ve çevresi sıtmadan kırılıyordu, çocuklar hayatını kaybediyordu. Atatürk durumu yerinde tespit etmek için bir ekip hazırladı ve Bursa’ya hareket etmek için İstanbul’dan yola çıktı. Önce deniz yoluyla Yalova’ya geçecek, oradan da kara yoluyla Bursa’ya hareket edecekti. Gemi, Yalova açıklarına geldiğinde Atatürk gördüğü manzaradan çok etkilendi. Ağaçlar içindeki bu yeşil kente bakarken duyduğu büyük heyecanın onu çocukluğuna götürdüğü söylenir.
Atatürk, uzakta yalnız başına, özgürce uzayan bir çınar ağacı görünce altında dinlenmek ister. Bunun üzerine beraberindekilerle birlikte karaya çıkar ve ağacın altında dinlenir. Oradan çok etkilenen Atatürk, ağacın bulunduğu araziyi belediyeden satın alır ve buraya küçük bir ev yapılmasını ister. İki katlı bir ev planlanır. Tamamı ahşaptan olan evin üst katında bir teras olacaktır ve terasta gölgelik bulunmayacaktır. Bunun yerine Atatürk’ün çok etkilendiği çınar ağacının bir dalı terasa doğru uzanacak böylece gölgelik görevini bu dal yerine getirecektir. Köşkün yapımı bir aydan kısa bir sürede tamamlanır. Ancak kışın şiddetli bir rüzgâr çıkınca ağacın dalı çatıya ve terasa çarpmaya, evi zedelemeye başlar. Bunun üzerine köşkün görevlileri ağacın dalını kesmek isterler. Bu durum Atatürk’e sorulduğunda Atatürk çok sinirlenir ve “Bir ağacın bir tek dalını kesmek vatanın bir dalını kesmektir. Bu ağacın bir tek yaprağına bile dokunulmayacaktır” der ve o tarihe kadar dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir öneriyi dile getirir: “Köşkü yürüteceğiz!” Bunun üzerine Köşk, tramvay rayları üzerinde yürütülür ve ağacın dalı kesilmekten kurtulur.
Benim “Karaca ve Yürüyen Köşk” adlı çocuk kitabımda da anlattığım bu konu şimdiye dek binlerce çocuk tarafından okundu ve aldığım bilgiye göre her yıl yüzlerce çocuk ellerinde kitaplarla Yürüyen Köşk’e gelip, hikâyeyi yerinde yaşıyor. Bu elbette çok büyük bir mutluluk. Üstelik okullardan ve velilerden de bana sık sık Yürüyen Köşk buluşması talebi geliyor. Ben de bu buluşmaların ilkini bu hafta sonu gerçekleştirdim.
Bursa’daki Uludağ Okulları’ndan Ali Çelebi öğretmen de öğrencilerini toplayıp Yalova’ya getirdi. Ben de Atatürk’ün manevi evladı Ülkü ile beraberken giydiği o meşhur süveterin bir benzerini giydim ve Yürüyen Köşk’e gittim. Çocuklar beni o süveterle görünce çok şaşırdılar. Süveter, Çift Geyik Karaca tarafından üretilmiş ve tüm geliri şehit ailelerine bırakılmış. Böylece Atatürk’ün ruhu tekrar yaşatılmış. Ben de süveterin içinde kendimi çok güvende hissettim. Çocuklarla, Atatürk’ün köşkünde buluşmak, onun süveterini giymek, Yürüyen Köşk’ün benzersiz öyküsünü onlara anlatmak çok etkileyiciydi.
Gezi sonrasında da tüm çocuklara “Karaca ve Yürüyen Köşk” kitabımı imzaladım. Elbette gezimiz bu kadarla sınırlı kalmadı. Tüm çocuklar ellerinde torbalarla deniz kıyısındaki çöpleri topladılar, sonra da “Ağaç Müzesi”ni gezip Bursa’ya döndüler. Çok güzel bir gündü. Tüm Yürüyen Köşk çalışanlarına, Yalova Belediyesi’ne, öğrencilere öğretmenlere çok teşekkür ederiz. Bu güzel buluşmaların tekrarı gelsin isteriz. Herkes ama herkes dünyanın çevrecilik merkezi olan Yürüyen Köşk’ü görmeli, tanımalı. Umarım herkes Atatürk’ün bu benzersiz öyküsünü öğrenir ve ondan feyz alır.
Paylaş