Paylaş
Keşke Flipper hiç olmasaymış.
Keşke insanoğlu yunusların o gülen yüzüyle hiç tanışmasaymış.
Flipper olmasa bugün binlerce yunus küvet kadar havuzlarda insanları eğlendirmek adına işkence çekmiyor olacaktı. Bana bu cümleleri yazdıran belgesel The Cove (Koy).
Evet, Japonya Taiji’de yaşanan yunus katliamını anlatan The Cove’u izledim.
İzlerken ağladım.
İzlerken sinirlerim bozuldu, dişlerimi sıkmaktan çıkışta çenem kilitlendi.
İzlerken insan denen yaratıktan o kadar tiksindim ki, çıkışta ıstiklal Caddesi’ni nefretle yürüdüm.
The Cove aldığı bütün ödülleri, Oscar’ı sonuna kadar hak eden çarpıcı bir belgesel.
Belgesellerin en büyük derdi olan sıkıcılıktan uzak, bir sonraki sahnede ne olacak diye merakla bekletiyor.
Önce yunus ticaretinin ve şov dünyasında kullanılan yunusların neler çektiğini izliyoruz. Burada bir zamanların sevilen dizisi Flipper’daki 5 oyuncu yunusu eğiten Ric O’Barry’nin günah çıkarması var. “Pişmanım” diyor ve Flipper’ı oynayan yunuslardan Kathy’nin kollarındaki intiharını anlatırken gözleri doluyor.
Bu intihardan sonra tövbe etmiş ve hayatını Taiji’deki trajediyi anlatmaya adamış.
Filmin bir ayağı şov yunuslarının trajedisiyken diğer yanı da Taiji’deki katliam. The Cove’un bu bölümünde bir gerilim filmi izler gibiyiz. Japon otoriteler katliamın yapıldığı koyda çekim yapılmasına izin vermiyorlar.
Ric O’Barry ve ekibi ise kurmaca filmlere taş çıkartaracak bir oparesyonla bu koydaki katliamdan görüntü almayı başarıyor.
İşte filmin en can alıcı ve yakıcı yanı da bu görüntüler zaten. Gösteri dünyasına
hapsedilecek olanlar dünyanın dört bir yanına gönderildikten sonra geriye kalan şanslılar (erken ölmek hapis hayatı yaşamaktan iyidir diye düşünüyorum) mızraklanarak öldürülüyor.
The Cove’u izlemek zor ama bence şart. Vizyon tarihi belli olduğunda sizinle paylaşacağım.
Flipper’ı Kurtarmak
The Cove’un çıkışında Türkiye’nin en önemli belgeselcilerinden Savaş Karakaş’la karşılaştım.
Bana yapımcılığını ve yönetmenliğini Sibel Mestçi ile birlikte yaptığı ve Ric O’Barry ile ortaklaşa gerçekleştirdiği Flipper’ı Kurtarmak’tan bahsetti.
Taiji’den Türkiye’ye şovlarda kullanılmak amacıyla getirilen yunuslardan ölenler çok.
Kurtarılmayı bekleyenler ise siz bu yazıyı okurken küçücük havuzlarda muhtemelen delirmek üzereler.
Bu havuzlarda ölü balık yemeye (ki bu reddettikleri, aç kalınca mecburen ve sık sık kusarak yaptıkları bir şey), denizdeyken kullandıkları sonar sesiyle yön bulma yöntemini beton havuzlarda devre dışı bırakmaya zorlanarak, doğalarına aykırı davranmaya itiliyorlar.
Ve bunlar olurken Antalya, Bodrum gibi sahil yerlerinde, ıstanbul yakınlarında yeni yunus gösteri merkezleri açılıyor. Bu merkezlerin yunuslara işkence yapılan yerler olduğunu daha fazla insana duyurmamız gerek.
Karakaş’la buluşup bu konuda daha ne yapabilirizi konuşacağız. Sizden de yardım isteyebilirim.
Bukalemun Nurgül, Araplar’ın gözdesi
Geçen gün okuduğum bir haberde Nurgül Yeşilçay’ın Arap dünyasının yeni gözdesi olduğu yazıyordu.
Tuba Büyüküstün, Kıvanç Tatlıtuğ ve Songül Öden’den sonra listeye şimdi de Nurgül Yeşilçay eklenmiş.
Madem Arap ülkelerinde bu kadar hayranları var, bu oyuncuların filmlerinin DVD’leri bir an önce doğuya doğru yola çıkmalı.
Özellikle Nurgül Yeşilçay, filmografisiyle oradaki hayranlarını şaşırtacaktır.
Eğreti Gelin’de genç çocuğa erkek olmayı öğreten bir geyşa modeli, Yaşamın Kıyısında filminde AB’ye kafa tutan asi bir kız, Vicdan’da bir pavyon kadını (bu filmdeki sevişme sahnesi bizde RTÜK’e takılmıştı, orada ne olur bilemem), Adem’in Trenleri’nde imamın karısı, hayatın tokatını yemiş, sessiz bir kadın (ki bundan hep en zorlandığı rol olarak bahseder), Yedi Kocalı Hürmüz’de erkekleri parmağında oynatan fettan bir kadın, iyi dans eden bir müzikal oyuncusu.
Arap dünyası Nurgül Yeşilçay’ın her birinde farklı kimliğe büründüğü bu filmleri bir görsün, hem ona daha hayran olacak hem de hayranlarının ona neden “bukalemun” dediğini çok iyi anlayacaktır.
Paylaş