Paylaş
Yönetmenliğini Sertan Ünver’in yaptığı “Blue”, 1990’larda dinlemeye doyamadığımız Yavuz Çetin, Batu Mutlugil, Sunay Özgür ve Kerim Çaplı’dan oluşan efsane ve devrim niteliğindeki Blue Blues Band ekseninde erken yitirdiğimiz Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’nın hikayesini anlatıyor.
O zamanların Türkiye’sinde de var olma mücadelesi ve güçlükleri yaşayan rock müziğin ve rock’çıların dünyasına içeriden bir bakışı var belgeselin.
Diğer yanda alt metinlerde rock’çı babalar ve oğullar arasındaki kopuşlar can yakıyor.
Gitarı konuşturan adam Yavuz Çetin’in Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak intiharı seçmesine kadar giden yoldaki ruhsal rahatsızlıkları, mesleki çırpınışları ülkedeki yeteneklerin arkasında durulmayışına lanet okutuyor.
Jimi Hendrix’in övgüyle söz ettiği Kerim Çaplı gibi bir dehanın göz göre göre yıkılışı da ayrı bir hüzün kaynağı.
Belgeselde müzik dünyasından pek çok isme mikrofon uzatılmış.
Özellikle Sunay Özgür, Teoman ve Erkan Oğur’un yorumları ve konuşmalarını son derece etkileyici ve aydınlatıcı buldum.
Kerim Çaplı’nın yıllar sonra ortaya çıkarılan kayıp albümünü ilk kez dinleyen dostlarının verdiği tepkiler de en iyi sahneler arasındaydı.
“Blue” ile ilgili en büyük eleştirim, alkol ve uyuşturucu konusuna hiç değinilmemiş olması.
Starların hayatını anlatan belgesellerde saklanmayan, hayatlarının bir parçası olarak gösterilen kötü alışkanlıkların burada yok sayılması gerçeklik duygusuna vurulan bir darbe olmuş bence.
Bu eleştiri dışında “Blue”dan büyük bir övgüyle söz edebilirim.
Müzikleri, konuşmacıları, derinliği, dinamik kurgusu ile gayet tatmin edici bir belge olarak Türk rock müziği tarihinde önemli bir yapıt.
Hâlâ vizyonda, mutlaka görülmeli.
Köyüm köy kalsın istiyorum
Hürriyet ve TÜRSAB ortaklığında gerçekleşen Hürriyet ile İzmir’i Keşfet turumuzun üçüncü gününde Urla’daydık.
Urla’daki Enginar Festivali’ni gezerken Sanat Sokağı’nda soluklandık.
Alaçatı havasını aldığım bu müthiş sokakta Pınar Aylin çıktı karşıma.
İstanbul’dan gittiğini duymuştum.
Üç yıldır Alaçatı’ya 3 km. uzaklıktaki Reisdere’de yaşıyormuş. Bir huzur, bir güzellik gelmiş ki üstüne, bayıldım.
“Neler yapıyorsun?” diye sorduğumda “Köyümü korumaya çalışıyorum” dedi.
Nasıl yani?
Şöyle; başkana gidip “Ne olur köyümüz köy kalsın” diyormuş.
Yeniden yapılacak binaların yüksek olmaması ve en az bir katın orijinalindeki gibi taştan olması zorunluluğunu getirmek konusunda etkili olmuş neyse ki.
İzmir-Urla’da Pınar’la konuşurken ağaç yerine bina dikmenin moda olduğu, giderek betonlaşan, kirlenen, nefes almayı zorlaştıran, bunaltan İstanbul geldi aklıma.
Urla’ya daha çok gelmeliyim diye düşündüm.
Urla’da enginar ekonomisi
Urla’daki Enginar Festivali tam bir pazarlama harikası.
Bence okullarda ders olarak okutulmalı.
Zamanında 1 TL’ye bile alıcı bulamayan, elde kalan enginarlar, bu festival sayesinde artık kısa sürede tükeniyor.
Hem de 1 değil 4 TL’ye alıcı buluyor.
Enginarın her türlüsünü tattım Urla’da. Dolması da vardı, dondurması da.
Ve hatta limonatası da.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile Urla sokaklarını gezerken bir grup üniversiteli genç bize enginarlı limonata ikram etti.
Kendi icatlarıymış ve patentini almaya çalışıyorlarmış.
Bu girişimcilikle Urla, enginardan daha çok para kazanır.
Paylaş