Paylaş
“Yağmur: Kıyamet Çiçeği”nin vizyondaki ilk haftası. Anlattığı hikayelerden biri de Kazım Koyuncu olduğundan filme ilgi arttı. Peki senaryoda seni çeken şey neydi?
- Trabzonluyum, Trabzonsporluyum. Filmin Trabzon’da geçmesi, şehirden olaylar içermesi benim için artıydı. Oynadığım karakterin de deli dolu ve psikopat olması iyi geldi.
Yönetmen Onur Aydın’ın ilk filmi bu... İlk film olması sende tereddüt yarattı mı?
- Yok, önce gizli bir araştırma yaptım (gülüyor). Çok olumlu şeyler duydum. Ayrıca ilk film olmadan ikincisi olmuyor. Ben de ilk filmimi çekeceğim yakında. Ayrıca bu sette Onur Aydın’ın harika bir yönetmen olduğu ortaya çıktı. İlk filmi değilmiş gibiydi. Bunu samimiyetle söylüyorum.
Bu film sanki çekimleri yıllar sürmüş duygusu uyandırdı bende. Ama bildiğim kadarıyla iki ay gibi kısa sürede tamamlanmış. Çekim süreci nasıldı?
- Bana da daha uzunmuş gibi geldi açıkçası. Bir de benim sahnelerim çok zordu. Üç gerçek maça, sonra gerçek bir yürüyüşe katıldım. Bunlar bizim filmimiz için şanstı. Hiçbir bilgisayar efekti kullanmadan binlerce figüranla, yardımcı oyuncuyla çekim yapmış olduk.
Trabzonlu olman bu çekimlerde işini kolaylaştırdı mı?
- Kesinlikle... Örnek veriyorum; Fenerbahçeli biri Trabzonspor taraftar lideri olarak görülmezdi. İnandırıcı olmazdı.
Normalde maçlara gider misin sen? Fanatik bir taraftar mısın?
- Pek gitmem. Zaten genelde bizim oyunlara denk gelir. Çok önemli maç olduğunda da üzülürüz seyircimiz azalacak diye. Futbolla bir rekabetimiz var açıkçası.
Ne zaman Trabzonsporlu oldun?
- Trabzon’da doğduysan Trabzonsporlusundur zaten. Bizim oralarda her şey bordo-maviye boyanır. Her kafenin ismi fırtına olur, kaplan olur, Karadeniz fırtınası olur.
Kaplan mı sizin simgeniz? Niye o kadar çok bilinmiyor?
- Bu birazda rakip takımların tavrı ile ilgili. Fıkralardan gelen alay etme durumu var ya, onu kullanmışlar biraz. Karadeniz hamsisi derler. Ama aslında fırtınadır, kaplandır yani. Kaplan da yırtıcı oluşundan.
Nereden geliyor bu yırtıcılık?
- Ramazan ayında saat dokuzda kavga çıkaran bir milletiz. Biz kavgayı severiz, çünkü bu iklim seni buna mecbur bırakıyor. Bulutlar kapatıyor dağları ve 11 ay güneşi görmüyorsun. Bu da insanda bir sıkıntı, stres yaratıyor. Bilimsel bir
gerçek bu.
Şu an karşımdaki Devrim’le filmdeki arasında hayli fark var. Kilo olarak tabii!
- Rol gereği kilo almam, kalıplı görünmem, jön tipinden uzaklaşmam gerekiyordu. Hayatımdaki en keyifli hazırlıktı, doya doya yedim.
Hayatının en mutlu günleri olmalı...
- Ye dediler bana yemez miyim; pideler, köfteler, dönerler, kuymaklar...
Bir de iştahlı anlatıyorsun ki, sen yerken aldığın keyfi karşında ben yaşadım şu anda. Kaç kilo aldın?
- 6-7 kilo... Film bittikten sonra 13 kilo verdim.
CEM YILMAZ’IN KARADENİZ ESPRİSİNDE YANLIŞ VAR
Fotoğraflar: Levent KULU
Çocukluğuna gidelim. Çocukluğun Trabzon’da geçti, 11 ayı güneş görmeyen farklı bir şehir. Bizim burada yaşadıklarımızdan farklı bir çocukluk mudur orada geçen?
- İstanbul’dan farklıdır ama biz şanslı çocuklardık; bilgisayardan uzak, sokaklarda yaşayan, ağaçlar üstünde gezen çocuklardık. Benim bir şansım daha vardı. Annem Yalovalıydı, Yalova’daü hiç değilse üç ay güneşi yakalıyordum. Daha 5 yaşında Yalova’da ve Trabzon’da birer sevgilim vardı.
O yaşta çapkınlık! Çok erken değil mi bu işler için?
- Yok, orada hayat duruyormuş gibi geliyordu, Trabzon’a döndüğümde oradakiyle devam ediyordum. 5 yaşındaki çocuğun sorumluluk bilinci bu kadar işte.
Trabzon’da ne kadar kaldın?
- 20 yaşına kadar Trabzon’daydım.
Karadeniz’in ince bir mizahı, diğer yandan Karadenizlinin dalga geçilen bir tarafı var. Sen bu durumu nasıl yaşadın?
- Biz kendimize alay etmeyi çok seviyoruz. Algılamakta güçlük çektiğimiz düşünülüyor, aslında başka yoldan düşünüyoruz. Mesela Cem Yılmaz’ın bir esprisi vardı; adam havaalanını soruyor, bizimki “Uçak havaalanı mı?” diye cevap veriyor. Bununla çok dalga geçildi ama bizde Havaalanı diye bir semt var.
ŞEHRİ VICTORIA’S SECRET MANKENLERİ BASTI
Film farklı hikayeler anlatıyor. Bunlardan biri Rusya’dan gelen kadınların hayat kadını olarak çalışmaya başlamsı. Bu konuya nasıl bakıyorsun? Biz kadınlar açısından bakıldığında çok üzücü tabii..
- Ben şahit oldum o döneme, Rus kapısı açılınca bir anda küçük bir şehrin ortasında Victoria’s Secret mankenlerinin dolaştığını düşünün. Dengeler bozuldu biraz tabii, çok acı çekildi o dönem. Ama ben atlatıldığına inanıyorum. Rus halkının da acı çektiği bir dönemdi çünkü gelip hayat kadını olarak çalışmaya başlayanların hepsi okumuş, kültürlü insanlardı. Doktor ve balerin olanlar bile vardı aralarında...
Senaryonun seni ilgilendiren kısmında Trabzonspor, fanatik taraftarlık ve kaçan şampiyonluğun getirdiği acılı günler var. Takımınızın Türk futbol tarihindeki yerini nasıl değerlendiriyorsun?
- Trabzonspor bizim hayat damarlarımızdan biri. Peş peşe şampiyonluk yaşamış, devrim yapmış bir şehir İstanbul’a karşı. Sonradan da uzun süre şampiyonluğa uzak kalınca kanserleşmiş bir durum oldu. İlacımız şampiyonluktu. O da son anda kaçınca büyük bir yıkım oldu gerçekten Trabzonspor’a.
O yılı hatırlıyor musun ve o intihar olayını?
- Çok bilgi yok ama o dönem kalp krizleri ve intiharlar oldu. Bütün şehir yasa boğuldu. Esnafta hiçbir hareket yoktu, en az bir ay tek bir güleryüz göremedik. Hâlâ travması sürer bunun.
O SEVİŞME SAHNELERİ BENİM İÇİN İŞKENCEYDİ
Beş yaşında iki sevgilisi olan Devrim şimdi nasıl o konularda? Çapkınlığa devam mı? Olgunlaştın mı yoksa? Filmde oynadığın adamdan bir şeyler var mı sende?
- Ben hayatımda hiç paralı ilişki yaşamadım, aklımdan geçmedi. O yüzden asla örtüşmüyor. Orada bir Rusla oluyor amigomuz. Mesela filmde bir otel odasına gittik, inanın insanın orada libidosu düşer. Öyle kötü odalar, garip, izbe yerler. Burada bu iş yapılmaz zaten diye geçirdim içimden. Buz gibiydi, benim için işkenceydi o sahneler.
Bir röportajında “Eski sevgililerimi özlüyorum, hepsinin ayrı yeri vardır” demişsin. Okuyunca Sezen Aksu’nun “Gidemem” şarkısı geldi aklıma.
- Çok eskiden demişimdir onu, şimdi bunu dememiş olayım ben (gülüyor).
Şu anda bir ilişkin var galiba...
- Evet 3,5 senedir bir sevgilim var. Artık hiçbirisini özlemiyorum.
Seni cezbeden kadının en belirgin özelliği ne olur?
- İddialı kadınları seviyorum. Ama sevgilim olsun, eşim olsun niyetiyle söylemiyorum bunu... Kadının eşitlik ilkesini savunuyorum, evde oturan kadını sevmiyorum. Mutlaka kendini var edebilen kadınları, onlarla sohbet etmeyi, onlarla iş
yapmayı seviyorum. Benim için saygı duyulacak kadın, çalışan kadındır.
“Aşkyuvarlar” romanının devamı gelecek mi?
- Çok istiyorum ama henüz değil. Senaryo yazdım, tiyatro ile uğraşıyorum, ona vakit kalmadı.
Romanın konusu neydi?
- Benim çocukluğumu çok mizahi bir şekilde anlatıyor. Herkesi 70’lerin sonlarına, 80’lere götürüyorum. Sonradan benim kitabımdan esinlenilerek filmler çekildi. İsim vermeyeceğim ama çok eminim okuduklarından, çok benzer şeyler var.
Üzüldün mü o filmleri görünce?
- Üzüldüm. Ben yazmışım, adam çekmiş. Bir yandan da kendime kızdım, sen yapmazsan birileri gelir yapar dedim. Hem de çok iyi gişe yapmış işlerden bahsediyorum. Şimdi bir güvensizlik oluştu, gizliyorum her şeyimi.
KOKUŞMUŞ BİR SOLCU DEĞİLİM
Adın niye Devrim?
- Babam koymuş, sol görüşlü olduğu için. Trabzon gibi yerde zordur bu adı koymak ama o koymuş. Ankara’da biraz zorluğunu yaşadım, sonrası rahattı. Seviyorum adımı. Ama kokuşmuş bir solcu hiçbir zaman olmadım. Daha çok insanların özgürlüklerini diledikleri gibi yaşayabilmesi taraftarıyım...
Para ne ifade ediyor senin için?
- Hiçbir şey. Yemin ederim hiçbir şey. Gerçekten sahneye çıkayım, ölünceye kadar seyircim beni bırakmasın, kimseye muhtaç olmayayım, başka hiçbir şey istemiyorum. Yeniköy’den Beykoz’a motorla geçip balık ekmek yemekten o kadar zevk alıyorum ki.
“Bir Delinin Güncesi”ni tiyatroya uyarladın. Sen ne kadar delisin, ne tür delilikler yaparsın?
- Trafikte hata yapan birinin arabasını demir çubukla pert etmek ya da sokağa tüküren birini başından tutup onu yalatmak geçiyor aklımdan. Ama yapamıyorum tabii. Neyse ki sahne var, içimden geçen her türlü deliliği orada tatmin ediyorum.
BABA OLMAKTAN KORKUYORUM
İnsanlar baba olduktan sonra delilik yapmayı bırakır genelde. Senin babalık ya da baba olmakla ilgili düşüncelerin neler?
- Çok kararsızım.
Korkuyor musun?
- Baba olmaktan değil de iyi bir baba olamamaktan korkuyorum. Çocuk adına korkuyorum daha çok. Ben sıcak bir insan olamıyorum her zaman. Hele sabahları çok çekilmez bir adamım, kendimi hiç sevmiyorum.
Neler yapıyorsun sabahları?
- Bir saat yanıma kimse yaklaşmasın. Kahve içip kendime gelene kadar... Sabah insanı değilim.
Salt Tiyatro okulundan bahsedelim biraz da. Nasıl karar verdin böyle bir oluşum içine girmeye?
- Hep hayalimdi; bir tiyatro okulum, yetiştirebileceğim öğrencilerim olsun, devamlı sahneye çıkayım. Okulu açalı 2, tiyatroyu açalı da 6 yıl oldu.
Çok fazla oyunculuk ve tiyatro okulu var. Neden seninkini tercih etsinler? Nedir diğerlerinden farkın?
- Ben, beni tercih etsinler demiyorum. Benim bir şekilde İstanbul’da nasıl hoca olduğum zaten biliniyor.
Nasıl bir hocasın?
- Bana kimse İngilizce dersine gelir gibi gelemez. Mutlaka bir ön görüşme yaparım. Geldikleri zaman da kenardan izleyip gidemezler. Mutlaka her öğrenci her ders sahneye çıkmak zorundadır. Bu çok korkutucudur biliyorum ama başka türlü oyuncu olunmaz. Çok disiplinli bir hocayım. İlk bir ay benden nefret ederler.
ASMALI KONAK DÖNEMİ MICHAEL JACKSON GİBİYDİM
“B sınıfı ünlüyüm” demişsin bir de... O ne demek oluyor?
- Ben “Asmalı Konak” zamanı kolumu uzatıyordum binlerce insan çığlık atıyordu. Sanki Micheal Jackson’ım. Sonra bir farkındalık yaşadım. TV’de o dönem kim ön plandaysa halk onu seviyor. O dönemlik A sınıfıydım. Her zaman bu şekilde olma olasılığı yok.
Nasıl etkiledi seni o ilgi?
- Hiç etkilenmedim. Ben çocukluğumdan beri popülerdim. Hep oyunculuk yapıyordum, çevremde de popülerdim. Ama A sınıfı ünlü olmamaya gayret ettim. Çünkü çok zor şey, yaşamın bitiyor gibi oluyor. Zaten tiyatro B sınıfı bir iş. Star dediğiniz şarkıcı, türkücü kıvamında bir şey değil. B sınıfı derken aslında onore ettim kendimi. A sınıfı ünlü olmak geçici geliyor bana veya sadece skandallarla ön planda olman demek oluyor.
Hiç skandalın olmadı mı ki? Oldu senin de magazinel olayların?
- “Asmalı Konak” döneminde yanımdan geçen alakasız biriyle evlenecekler diye yazdıklarını biliyorum, onun dışında sakindi. Ama asıl skandal bir sahnede gerçekten seviştiğimle ilgili iddiaydı. O konuda hiç konuşmadım o dönem. Sonradan çok pişman oldum konuşmadığıma. Çok kullandılar bunu. “Gerçekten sevişti” diye yazdılar.
Konuşamadıklarını şimdi konuş öyleyse. Seviştin mi gerçekten de?
- İmkansız bir şey, teknik olarak da imkansız. Hayır yani normal filmlerde niye olsun ki böyle bir şey? Varsa bile bizde olmaz. Şimdi rahatlıkla konuşuyorum. Onu yazanların hepsini kınıyorum.
SON DÖNEM TÜRK FİLMLERİ GENELDE KÖTÜ
Türk sinemasının 100. yılı.... Son dönem filmlerini izliyor musun, nasıl değerlendiriyorsun?
- Güzel filmler de izliyorum ama genelde kötü. Çoğunlukla ticari amaçla yapılıyor filmler, gülmeye yönelik. Ya da direkt nasıl ağlatırım şeklinde yapıldığı için ben çoğu filmi dizilerden ayırmıyorum. Tabii çok başarılı işler de çıkıyor. Ben Nuri Bilge’nin ilk filminden beri hayranıyım. Onur Ünlü’nün filmini çok beğendim. Tarzı çok iyi... Cem Yılmaz’ın ille de güldüreyim kaygısı gütmemesine bayılıyorum. Sadece kendi istediğini yapmaya çalışması hoşuma gidiyor. Genele baktığında çok az kalsa da sevdiğim yönetmenler var; mesela Zeki Demirkubuz...
KAZIM KOYUNCU’YU DİNLERKEN KALBİM AKARDI
Filmde Kazım Koyuncu’nun da hikayesi var. Onunla ilgili ne söylemek istersin? Tanır mıydın kendisini?
- Direkt tanışmadım ama hayranıydım. Onu dinlerken, ona bakarken kalbim akardı, iyi bir insan olduğu belliydi. Mesela benim mizacım serttir, yüzümden kötü müyüm iyi miyim belli olmaz ama Kazım’ın yüzünden belli olurdu iyi bir insan olduğu. Söyledikleri de ideolojik anlamda benim görüşlerime uyuyordu. Sevgiden barıştan bahsediyor, halkların kardeşliğinden bahsediyor, niye sevmeyeyim ki kardeşlikten bahseden birisini. Bunların yanında sesi çok güzel, müziği harika, Karadeniz’i ve ülkesini seviyor, Trabzonspor’u seviyor, uyuştuğumuz çok şey var. Çok erken kaybettik. Ama kıymeti bilindi, biliniyor. En azından ona şükür diyorum.
Paylaş