Sadri Alışık ve Cem Yılmaz

10. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri geçen hafta sahiplerini buldu.

Biliyorsunuz, usta tiyatro ve sinema oyuncusu Sadri Alışık, aramızdan ayrıldığı 1995’ten bu yana her yıl bir törenle anılıyor. Bir süredir de bu anma gecesinde tiyatro ve sinema dünyasının başarılı oyuncularına ödüller veriliyor.

Bu yılki tören tiyatro ödülleriyle başladı ve ne diyeyim, törenin bu kısmı verilen ödüllerin fazlalığı nedeniyle hayli uzun sürdü. Gelecek yıl tiyatro ödüllerinin sayısı azaltılır, sahneye çıkanlar konuşmalarını biraz daha kısa tutarsa (bu sinema ödüllerini alanlar için de geçerli tabii) daha dinamik bir gece olur gibi geliyor bana.

Neyse, benim derdim tiyatro değil, sinema ödülleriyle aslında. Daha da net konuşmak gerekirse En İyi Kadın Oyuncu ve Jüri Özel Ödülü’yle. Yani Hülya Avşar ve Cem Yılmaz’la.

HÜLYA AVŞAR TATİLDE

Önce Hülya Avşar. Yıllardır Türkiye içindeki festival ve törenlerde ödül alamadığından yakınan Hülya Avşar, Kalbin Zamanı adlı filmdeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Kendisini o gece törende görmediğimiz için buradan tebrik edeyim dedim. Menajeri Hülya Avşar’ın tatil için Antalya’da olduğunu söylemiş. İyi ki ve neyse ki kız kardeşi Helin Avşar tatilde değildi de ablasının bu ilk ödülünü almaya gelebildi.

Ve Cem Yılmaz. O gece sahiplerine sunulan bütün ödüller değerliydi. Ama Cem Yılmaz’ınkinin ayrı bir anlamı vardı. Sadri Alışık’ın en büyük hayranlarından biri olduğunu her seferinde yineleyen Yılmaz, G.O.R.A. filmiyle bizlere onu anımsatmış, Alışık’ın mirasına yakışan bir oyunculuk çıkarmış ve Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştü. Jüri Özel Ödülü her yıl verilecek diye bir şey yok, ama bu yılki ödül tam da doğru adrese gitmişti. Bana göre bütün gecenin belki de en anlamlı ödülüydü.

Ancak ödülün Genel Sigorta Jüri Özel Ödülü olarak takdim edilmesinden dolayı Cem Yılmaz son derece haklı olarak serzenişte bulundu, ‘Çok manidar bir ödül. Genel Sigorta’ya 1 yıllık kasko ihtiyacımı karşıladıkları için çok teşekkür ederim. Bende biraz hasar vardı, iyi oldu’ dedi.

Ödülün aslında Jüri Özel Ödülü olduğu ve kendisine verilme nedeni açıklanmayınca, değeri de anlaşılamadı. Ödülünün tadını ne o çıkarabildi, ne de biz.

Son olarak da, o gecenin ardından, Çolpan İlhan ve Kerem Alışık’a, tüm Sadri Alışık hayranları, Türk tiyatro ve sinema dünyası adına teşekkür etmek istiyorum. 10 yıldır onun anısını yaşatmak için büyük çaba gösteriyorlar, özveride bulunuyorlar, zoru başarıyorlar.

Mezarının başından çiçekleri eksik etmedikleri gibi, Sadri Alışık’ın adını da ona yakışır şekilde yaşatıyorlar.

Keşke her eş, her evlat, Çolpan İlhan ve Kerem Alışık kadar vefalı, hassas ve sevgi dolu olabilse.

Okan Bayülgen’den provasız sunuş

Bu hafta şansımız ödül törenlerinden açıldı. 24. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin kapanış töreni pek çok yönden beni hayal kırıklığına uğrattı.

Bu arada festival çalışanlarının hakkını yemeyeyim. Açılış ve onu takip eden 16 gün boyunca canla başla çalıştılar ve her şey tıkır tıkır işledi, sadece son geceye bakıp kendilerini tebrik etmemek olmaz tabii.

Gelelim kapanışa. Töreni sunan Okan Bayülgen’in gerekli hazırlıkları yapmamış olduğu her halinden belliydi. Jüri başkanı Jane Campion’ın soyadını, ‘champion’, yani ‘şampiyon’ olarak telaffuz etmesi, diğer isimleri okurken zorlanması, barkovizyonda görüntüler akarken konuşmaya devam etmesi, sahneye çıkacakların sırasını şaşırması önceden prova yapmadığının kanıtlarıydı.

Teknik hatalara geçeyim. Beyaz fon üzerine beyaz yazı yazıldığını ilk kez o gecede gördüm herhalde. Okan Bayülgen, ödül alanlarla ilgili bilgileri kağıttan okurken, yabancı konuklar da metin çevirisini perdedeki yazıdan okuyacaktı. Ne var ki, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın afişinin perdeye yansıyan beyaz görüntüsünün üzerinde, beyaz olduğu için hayal meyal görülen, okunamayan İngilizce yazılar akıyordu. O sırada, Yaşam Boyu Başarı Ödülü alacak Harvey Keitel’a baktım, bir süre çabaladı, sonra okumaya çalışmaktan vazgeçti o hayalet yazıları.

Gecede sahne alan tek grup Mor ve Ötesi’ydi ve bence bu da kötü bir seçimdi. Yanlış anlaşılmasın, Mor ve Ötesi’ni çok severim ve zevkle dinlerim. Ama şöyle sağıma soluma baktığımda, sahneden gelen müzikten hoşnut olan birkaç kişiden biriydim gibi geldi bana. Ama bu, konukların ya da Mor ve Ötesi’nin suçu değil tabii. Yaş ortalamasının yukarılarda olduğu, ağır konukların yer aldığı geceyi sadece ve sadece Mor ve Ötesi’ne teslim etmek olmamıştı.

Oysa festivalin açılış gecesi ne kadar muhteşemdi. Tadı damağımızda kalmıştı.

İnsan, açılış töreninin yıldızı olan Sophia Loren’e torpil mi geçildi acaba, diye düşünmeden edemiyor.

Sonuçta, kapanışa denk gelen Harvey Keitel’a ayıp oldu. Çok daha iyi bir geceyi hak ediyordu.

Mel Gibson’dan Papa’nın hayatı

Mel Gibson bizleri dini konulu filmleriyle şaşırtmaya devam edecek anlaşılan.

Son olarak Tutku: İsa’nın Çilesi (The Passion of The Christ) filmiyle dikkatleri toplayan ünlü yönetmen ve oyuncunun, bu kez de, geçtiğimiz günlerde ölen Papa II. Jean Paul’ün hayatını film yapmayı düşündüğünü öğrendik.

New York Post’a göre Gibson filminin sonunu çekmiş bile. Ekibini Vatikan’a gönderen Gibson, filmde kullanmak üzere Papa’nın cenaze töreninden bazı bölümlerin çekimini yaptırmış.

Hatırlarsanız, koyu bir katolik olan Mel Gibson’ın Tutku: İsa’nın Çilesi adlı filmi, eleştiriler almasına rağmen ilgiyle izlenmiş ve rekor gişe hasılatı elde etmişti.

Gibson, Papa’nın hayatını perdeye aktarırsa, sonuç çok da farklı olmaz herhalde. Eleştiriler de gişe başarısı da kaçınılmaz olur.

Peki Gibson’ın filminde neler olabilir? Papa II. Jean Paul, 58 yaşında göreve getirilmiş ve 20’nci yüzyılda bu görevi alan en genç din adamı olmuştu. 1981 yılında, Vatikan’da suikaste uğramıştı. Tetiği çeken, Papa’nın daha sonra bağışladığı Mehmet Ali Ağca’ydı. Papa, yaptığı konuşmalarda kürtaja kesinlikle karşı çıkıyordu. Son yıllardaki sağlık problemlerine rağmen, Vatikan tarihinin en yoğun dış gezi programı yapan din adamı olmuştu.

Papa II. Jean Paul hakkında söylenecek çok şey var. Mel Gibson, eğer onun hayatını perdeye taşırsa, tüm bunlara, özellikle de Mehmet Ali Ağca tarafından gerçekleştirilen suikast girişimine nasıl bir bakış açısı getirecek, bekleyip, göreceğiz.

Beyaz perdeden inciler...

‘Erkeğin ya da kadının mükemmel olması önemli değildir. Önemli olan birbirleri için mükemmel olmalarıdır.’ (Good Will Hunting-Can Dostum, Yön: Gus Van Sant, 1997)

Bunu biliyor muydunuz?

Alfred Hitchcock’un 1951 yapımı ‘Trendeki Yabancı (Strangers on a Train) adlı filmi Noam Murro tarafından yeniden çekilecek.
Yazarın Tüm Yazıları