Paylaş
Niğde Üniversitesi öğrencileri, hafta sonu eğlencesi olsun diye Erciyes Dağı’na tur düzenliyor.
Ucuz olsun diye freni zar zor tutan, biraz zorlanınca da tutmayan minibüsler kiralıyor ve doluşuyorlar içine.
Karlı dağdan inen araçların muayenesi yok, zorunlu olduğu halde kar lastikleri de.
Kimsenin aklına gelmiyor belki de araçları denetlemek.
Ucuz olsun da, gerisi önemli değil nasıl olsa.
Kaza kimin aklına gelir ki!
Ve akla gelmese de başa gelebilenden çıkan sonuç; ölüm.
Ucuz turların yahnisi diyorum ben de bu olaya.
Kim bilir üniversitenin duyuru panosunda kaç gün asılı kaldı o gezinin ilanı...
Kim bilir kaç öğrenci, arkadaşlarından geri kalmamak için, belki bir arkadaşının zoruyla, sırf onlarla birlikte olabilmek için “Ben de geliyorum” dedi...
Kim bilir kaç tanesi anne babasını ikna etmek zorunda kaldı, “Herkes gidiyor, ben de istiyorum” dedi...
Belki bazılarının parası buna bile yetmedi, sağdan soldan borç alıp katıldılar ölüm turuna.
Ve şimdi onlar yoklar!
Evlatlarını kaybeden ailelerin acılarını içimde hissedebiliyorum.
Ve diyorum ki, böyle acı olayların bir daha yaşanmaması adına, yarıyıl tatili de yaklaşırken, hem devlet hem de aileler lütfen bu tür turları denetlesinler, denetletsinler.
Muayenesi, belgesi, kar lastiği olmayan araçların trafiğe çıkabildiği bir ülkede yaşıyoruz ne yazık ki.
Hem kendimiz hem de çocuklarımız için gözümüzü çok daha fazla dört açmamız ve evet, gerekirse evhamlı, pimpirikli, vesveseli olmaktan kaçınmamamız gerekiyor.
Gezi değil sinema
Kelebeğin ömrü ne kadar ki rüyası uzun olsun demek istemezdik.
Ama “Kelebeğin Rüyası” filminin Oscar’a olan yolculuğu ne yazık ki kısa sürdü.
Yılmaz Erdoğan’ın iki şairin hayatından yola çıkarak çektiği film, Türkiye’nin adayı olarak ön seçmelerine gönderildiği En İyi Yabancı Film Oscar Ödülü’nde dokuz aday arasına giremedi.
Aslında “Kelebeğin Rüyası”, evrensel hikâyelere paralellik gösteren yerel sorunları anlatıyor olması açısından Akademi’nin sevdiği tarzdaydı.
Görsellik açısından Hollywood kokan sahneleri de vardı, yerel dokusu da.
Peki biz bu yarışta niye devre dışı kaldık?
Geçen gün Türkiye’ye gelen Bob Geldof, olimpiyatları kaybetmemize, Gezi Parkı olaylarıyla bağlantılı olarak Türkiye’nin marka değerinin düşmüş olmasını sebep göstermişti.
Son zamanlarda sıkça dile getirilen bu prestij kaybı yabancı film Oscarı’ndaki kaybedişin de bir nedeni olarak gösterilmiyor değil.
Ama bence daha önemlisi ve asıl neden, bu yıl diğer ülkelerin çok güçlü filmlerle gelmiş olması.
71 aday adayı arasında ilk dokuza girenler arasından favoriler Wong Kar Wai’nin savaş sanatları destanı “The Grandmaster”, Belçika yapımı aşk filmi “The Broken Circle Breakdown”, Berlin’den ödüllü Bosna Hersek filmi “An Episode in the Life of an Iron Picker”, Danimarka yapımı “The Hunt” ve Paolo Sorrentino imzalı İtalyan filmi “The Great Beauty”nin listeye girmesi kaçınılmazdı zaten.
Biz “Kelebeğin Rüyası”na üzülürken ilk dokuza alınmayarak şaşırtan filmler de oldu.
Suudi Arabistan’dan “Wadja”, İran’dan “The Past”, Kanada’dan “Gabrielle” ve Romanya’dan “Child’s Pose”un ilk dokuza alınmaması sadece ülkelerinde değil dünyada da şok etkisi yarattı.
Diyeceğim şu ki, onlar bile yarışta dışarıda kalmışken biz kendimizi Gezi olayları ile kandırmayalım lütfen.
Şark Ekspresi’nde Cinayet’le yeniden
Ridley Scott, 1934 basımlı aynı adlı Agatha Christie romanından uyarlanan Oscar ödüllü bir klasiği; “Şark Ekspresi’nde Cinayet”i (Murder on the Orient Express) tekrar beyazperdeye taşımaya hazırlanıyor.
Scott, filmin yönetmenliğini yapmayacak ama yapımcı hanesine ismini yazdıracak.
“Şark Ekspresi’nde Cinayet”, ilk kez 1974 yılında sinemaya uyarlanmış, altı dalda Oscar’a aday olmuş, Ingrid Bergman’a En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü getirmişti.
Hikâye, İstanbul’dan yolculuğuna başlayan bir trenin içinde işlenen cinayeti ve Dedektif Pairot’un bilmeceyi çözmesini anlatıyordu.
Filmin başında Yeşilçam’ın önemli oyuncularından Nubar Terziyan’ı da küçük bir rolle görüyorduk.
Bakalım Fox’un bu yeni uyarlamasında İstanbul ve Türk oyuncular nasıl yer alacak...
Paylaş