Paris’te bir restoran, bir gala ve bol sohbet

Reha Muhtar, İstanbul-Paris uçağında insanların filmlere bakış açılarından bahsedip, “kadın filmi”, “erkek filmi” tanımlamalarını kullandığında, bu kadar da keskin ayrımlar yapılmaz ki diyordum içimden.

Nine’ın Paris galasından sonra filmi birlikte izlediğim erkeklerle bakış açılarımızın ne kadar farklı olduğunu görünce ona hak verdim.
Önce biraz Paris diyeyim, çünkü Twitter’da “yediğin içtiğin senin olsun, biraz yaptıklarını anlat” diyen çok oldu.
24 saatlik Paris seyahatinden aklımda kalanlar bir restoran, bir film, bir gala ve de bol sohbet.

BURASI GÜZEL GARSON KIZLARIYLA ÜNLÜ

Restoran, Avenue Montaigne’deki L’avenue.
Hani şu Cem Uzan’ın sık sık görüldüğü yer.
Buraya Paris’in Papermoon’u diyorlar.
Hem bir buluşma noktası olması hem de yemeklerinin lezzeti bu yakıştırmayı gerektirmiş diye düşünürken asıl sebebin bu restoranın Türk sosyetesinin uğrak yeri olması olduğunu anlıyorum.
Neyse ki bize sadece biz denk geliyoruz!
L’evanue’nün en önemli özelliği servis yapan kızların hepsinin manken kadar güzel olması. Bana öyle gelmiyor, bu restoran güzel kızlarıyla tanınıyor ve biliniyor. Ünü de galiba buradan geliyor.
Kızlar huri gibi, hiç şüphem yok, erkekler burada kendilerini cennette gibi hissediyordur.
Birlikte yemek yediğimiz Güneri Cıvaoğlu, Reha Muhtar ve Rıza Çam gurmelikleriyle ünlü. ıçki seçiminden başlangıç, ana yemek ve tatlısına kadar kendimi onlara teslim ediyorum.
Böyle zevk sahibi insanlarla gezmek bir başka oluyor gerçekten de. Üçü de Paris’i avuçlarının içi gibi biliyor. Hangi köşe başında ne dükkanı var, iyi havyar nerede bulunur, Fransa’nın Nazi işgali hangi otelden yönetilmiştir, şuradaki kaldırım taşının hikayesi nedir, hepsini anlatıyorlar.
O arada Güneri Cıvaoğlu’nun Bodrum’da yolda bulduğu Sibirya kurdunun hikayesini dinleyip, bir de mavi gözlü köpek almaya karar veriyorum.
Reha Muhtar’la ise derbi planı yapıyoruz. Meğer zaten Erdoğan Aktaş, Reha Muhtar ve ben Beşiktaş-Galatasaray derbisini aynı locada izleyecekmişisiz (izledik de üstelik, pazar günü birlikte saç baş yolduk).

GALADA KAMERALAR ÜZERİMİZDEYDİ

Sizin anlayacağınız hiç susmuyoruz. Havadan, sudan, Paris’ten, sinemadan, müzikten, yemeklerden, maçlardan, köpeklerden; derken sıra geliyor galaya...
Güneri Cıvaoğlu, pazar günkü köşesinde bana bir hoşluk yapmış, “bizim araçtan inen Ömür Gedik star olarak algılandı, kameraların odağındaydı” demiş. Bence insanlar kendisini görünce, “Aaa, Jack Nicholson da galaya gelmiş” diye kameraları bizim tarafa çevirmiştir. Kendisinin Jack Nicholson benzerliği malumumuz ne de olsa.
Berlin’de, Cannes’da, Los Angeles’ta bundan çok daha şaşaalı galalar gördüğümü itiraf etmeliyim. Kırmızı halı, basın ve halkın ilgisi bir yana, sinema salonunun içi gayet sıradandı.

PENELOPE CRUZ’U YOLDA GÖRSENİZ BAKMAZSINIZ

İnsanlar pek bir özensiz gelmişler Nine galasına. Nine gibi dekoru ve kostümleriyle pırıl pırıl parlayan bir filmin galasına da böyle gelinmez ki. Yarın akşam Joy FM sponsorluğunda ıstanbul’da yapılacak olan Nine özel gösterimine gelecek davetlilerin Paris’tekilerden çok daha şık olacağına iddiaya girerim.
Davetlilerdekine benzer bir özensizlik Penelope Cruz, Marion Cotillard ve Daniel Day Lewis’te de vardı. Bunu salonda tam önümüzde oturdukları için söylüyorum. Sade güzelliklerine şapka çıkarıyor olsam da, yolda görseniz kafanızı çevirip bakmayacağımız tipler vardı karşımızda. Onların perdede nasıl devleştiklerini ve adeta metamorfoz geçirip dünyanın en güzel kadınları ve en çekici erkeklerine dönüştükleri ise bence tam bir tez konusu.
Ve işte tam filme gelmişken bugünlük bu kadar diyorum. Televizyonlarda izleyiciyi ekranda tutmak için yapılan “az sonra”, “birazdan” anonslarının bir benzerini yapacağım; 6 kadın arasında kalan bir adamın hikayesini anlatan Oscar adayı Nine filmi ile ilgili yazım perşembe günü burada olacak.
Filmle, tabii sonrasındaki derin, ateşli sohbetlerimizle, kadınların ve erkeklerin aldatmaya, ilişkilere olan bakış açılarındaki farklarla ilgili yazacak o kadar çok şey var ki...

Bal’ı kaç kişi izler?

Vizyona girdiğinde sinemalarda neredeyse bir avuç insan tarafından izlenen (vizyonda kaldığı 10 günde 17 bin kişi), “Yumurta gişede kırıldı” yorumları yapılan Yumurta’ya SıYAD (Sinema Yazarları Derneği) olarak En ıyi Film başta olmak üzere 8 ödül verdiğimizde, “Sinema yazarları yine izlenmeyen filmi taçlandırdı”, “Sinema yazarlarının iyi dediği filmler iş yapmaz” cümleleri havada uçuşmuştu.
Semih Kaplanoğlu’nun adını da zaten bir biz, bir de o bir avuç insan biliyordu.
İşte o Semih Kaplanoğlu, Yumurta-Süt-Bal üçlemesinin üçüncü filmi Bal ile sinema dünyasının en önemli ödüllerinden olan Altın Ayı’yı almış bulunuyor.
Berlin’de Ökümenik Jüri ve Altın Ayı ödüllerini alan ve “Bu ödülü tüm kalbimle alıyorum” diyen Semih Kaplanoğlu’nu kutluyorum.
Umarım adını sadece dünyadaki değil, kendi ülkesindeki insanlar da bilir artık.
Bal, Yumurta’dan daha çok gişe yapar.
Ve bir de tabii insanlar artık SıYAD’ın seçimlerine saygı göstermeyi öğrenirler.
Yazarın Tüm Yazıları