"Cannes’a Türk çıkarması" gibi basmakalıp lafları pek sevmiyorum ama buradaki durumu başka nasıl açıklayacağımı da bilemiyorum doğrusu.
Festival sarayının tam karşısına asılmış olan dev ve renkli afiş sayesinde, Cannes’daki herkes 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin İstanbul olduğunu ezbere bilir hale geldi.
Sarayın içindeki markette, Antalya Altın Portakal ve Avrasya Film Festivalleri standı geçen yıla göre çok daha iyi bir yerde. Hem alanı genişletmişler hem de daha merkezi bir yere konumlanmışlar.
Cannes’da adım başı birileri elinize bir şey tutuşturuyor. Kağıt israfı iç acıtacak düzeyde. Etraf bir bakılıp kutulara geri bırakılan yaldızlı, boyalı broşür ve dergilerle doluyken, Altın Portakal dergisini tam dönüşümlü kağıttan yaptıran Esra Even’i yürekten kutluyorum.
Marketten çıktınız, deniz kenarında Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SE-SAM), Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın katkılarıyla açılan Türk standı sizi bekliyor. Yabancı sinemacı ve gazetecilerin de sık sık ziyaret ettiği stand Fatih Akın, Semih Kaplanoğlu, Ferzan Özpetek ve Nejat İşler’inde uğrak yerlerinden.
Nejat bu aralar herkesi zafer işaretiyle selamlıyor. İki parmağının havada olmasının nedeni ise bu yıl rol aldığı iki filmin birden Cannes’da olması... Fatih Akın’ın Altın Palmiye için yarışan Yaşamın Kıyısında adlı filminde ve Yönetmenlerin 15 Günü’ne katılan Semih Kaplanoğlu imzalı Yumurta’da onu izleyeceğiz.
Nejat’ın iki filmle buradayım anlamına gelen işaretinin, festival sonunda zafer işaretine dönüşmesi tabii ki en büyük isteğimiz.
Pamuk çok kalp kırmış
Cannes’da Fatih Akın ve Semih Kaplanoğlu’nunfilmlerinin gösterimleri ve basın toplantıları bugün ve yarın yapılacak. Görücüye çıkma anı yaklaşırken heyecan da dorukta tabii.
Geçtiğimiz haftanın bizim için en önemli olayı ise hiç kuşkusuz Cannes’da jüri üyesi olan Orhan Pamuk’un gördüğü ilgiydi.
Jürinin tanıtımı için yapılan basın toplantısının moderatörü tarafından takdimi sona saklanan ve "O büyük, büyük bir yazar ve bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi" şeklinde anons edilen Orhan Pamuk büyük alkış alınca biz de salonda şöyle daha bir dik oturmaya başladık.
Pamuk, çok satan kitaplarının nasıl olup da bugüne kadar beyazperdeye aktarılmadığını da açıkladı o gün; neden, ünlü yazarın zor adam oluşu ve titizliğiymiş. Sıcak, samimi ve esprili cevaplarla pek çok kez alkış alan Orhan Pamuk, kitaplarını beyazperdeye uyarlamak isteyenlere zor anlar yaşattığını, çok kalp kırdığını, bu nedenle artık kimsenin film haklarını almak için kapısını çalmadığını söyledi.
"Hollywood parayı verir, siz de kitabı" sözüne katılmıyormuş. Olur da bir gün "evet" derse, film için de en az kitapları kadar titizlenecekmiş.
Parası olup, Orhan Pamuk’un herhangi bir kitabını filme almak isteyeceklere buradan duyurmuş olayım.
Partide bol bol meyve tüketildi
Cannes’da filmler kadar partiler de konuşuluyor. Bu yılın konseptli partilerinden biri de Wong Kar Wai’nin yönettiği My Blueberry Nights adlı filmine aitti.
Filmin oyuncuları Jude Law ve Norah Jones’un da orada olacağını öğrenince atlayıp, gittik tabii.
Blueberry (bu üzümsü meyveye Türkiye’de likapa ya da yaban mersini deniyormuş) kekinin lezzetsiz olduğunu söyleyip, yerden yere vuran filmin partisinde 350 kilo blueberry tüketildi. Meyvenin hem kekini, hem püresini hem de viskiyle karıştırılarak yapılan içkisini denedik o gece. Blueberry neden sevilmiyormuş anlamadım doğrusu. Tadı hiç de kötü değil bence.
Filmin senaryosunu da yazmış olan Wong Kar Wai ise kendiyle ters düşmemek için blueberry ürünlerine ağzını bile sürmedi.
Dans etmek isteyenler parti alanının ortasındaki dönen platformda kurtlarını döktüler, sadece salınmak isteyenler de onları izledi.
Çok ünlü olduğu söylenen DJ’lerin performansı ise tam bir felaketti. O gece arkadaşlarla İstanbul gecelerini andık ve geçen gün Babylon’da DJ’lik yapıp, kendi plaklarından seçtiği şarkılarla bizlere unutulmaz anlar yaşatan Çağan Irmak’ın da bol bol kulaklarını çınlattık.