Paylaş
Libidosu düşük ya da yüksek kadın ve erkek oyuncular bir yana sinema dünyasının libidosu yüksek filmleri de mercek altında.
Konu bu kadar tazeyken libidosu yüksek filmler top 5’ini yapmadan olmazdı.
İşte benim ilk 5’im...
◊ Paris’te Son Tango (Ultimo tango a Parigi): Evlilik arifesindeki genç bir kadının kendinden yaşça büyük bir erkekle yasak aşkını konu alan film tutkulu aşk sahneleriyle unutulmazlar arasında.
◊ Gözü Tamamen Kapalı (Eyes Wide Shut): Nicole Kidman ve Tom Cruise ikilisinin canlandırdığı evli çiftin yeni ve kalabalık bir cinsel hayatla buluşmasının hikayesi, hem görsellik hem de cinselliğe bakış açısıyla oldukça etkileyiciydi.
◊ Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (The Unbearable Lightness of Being): Prag’ın 1968 yılına ait karmaşık politik ortamında geçen film, çapkın bir beyin cerrahının çoklu cinsel hayatından kesitler sunuyor.
◊ Malena: Faşist bir İtalyan kasabasına gelen güzel ve seksi bir dul kadın, tüm erkekleri etkileyerek birbirine düşürürken bu haliyle kasabanın hem başlangıcı hem de sonu oluyor.
◊ Temel İçgüdü (Basic Instinct): Sharon Stone’un unutulmaz pozu ile hafızalara kazınan film, bir cinayet masası dedektifi ve cinayet romanları yazarının ihtiras dolu ve gizemli hikayesini anlatıyor.
Sevdiğini kaybedince yanan 40 kandil
Evde 20’den fazla kedim var. 8 tanesi sürekli evde, diğerleri ise site içinde gezmeye çıkıyor, eve yemek yemek ve uyumak için geliyorlar.
Tahmin edersiniz, hepsi de sokak kedisi.
Sarmanından tekirine, dumanından siyahına, üç renklisine kadar renk renk tatlı tatlı kediler.
Son bir haftadır iki kedim hiç gelmez oldu.
Biri siyah, diğeri ise tekir, en cana yakın iki kedi.
Görmediğim gün olmayan, her akşam dizimde yatan simsiyah Fıstık ve rahmetli Buddy’nin son günlerindeki en büyük dostu tekir Ba...
İnsanın sevdiğinin meçhule gitmesinin, başına ne geldiğini bilemediği zaman hissettiklerinin ne olduğunu bu son bir haftada o kadar iyi anladım ki.
Korkunç bir duygu. Neredeler, hayattalar mı, değillerse nasıl öldüler, acı çektiler mi, eğer hayattalarsa kiminle birlikteler, seviliyorlar mı, iyi bakılıyorlar mı, yoksa çok mu mutsuzlar...
Sorular, endişeler, çığ gibi büyüyen bir bilinmezlik.
Kapı kapı gezdim tabii, yeni taşınan komşunun nakliyat firmasına kadar uzandı araştırmalarım.
Evi tadilatta olan bir başka komşunun evine girip kapısı kapalı odaları bile tek tek dolaştım, kilitli kalmışlar mıdır diye.
Ve en son sitenin güvenliği bir acı haberle geldi.
Üç-dört gün önce site içinde yolda bir kedi ölüsü bulmuşlar.
Nasıl bir kediydi dediğimde “Koyu renkti ama çok üzüldüğüm için bakamadım, bir poşete koyup çöpe attım” dedi güvenlikçi.
Çocuğumu çöpe atmış!
Daha da kötüsü çocuğumu hız sınırı 20 km olan bir sitede bir araba çarparak öldürmüş.
Kaza demiyorum ben buna, sürücüye ise doğrudan katil diyorum.
Ölen kedi Fıstık mı, Ba mı belli değil.
Eğer onlardan biriyse diğeri nerede, onu da bilmiyorum.
Ama her gün, her gece umutla kapıya, pencereye bakmaya da devam ediyorum.
Fıstık ya da Ba’yı bir gün gelir belki diye hep bekleyeceğim, bu beklemeler bitmeyecek.
Ve biliyorum ki her gün içim yanmaya, kalbim ağrımaya, gözlerim dolmaya devam edecek.
Bir Fin atasözü “İnsan bir yakınını kaybettiğinde içinde 40 kandil yanar ve her yıl biri söner” der.
İnsanın acısı tazeyken, 40 yıl bile yetmez gibi geliyor.
Sevdiğini meçhule göndermek çok zor.
Allah benzerini yaşayanlara yeniden kavuşmak için şans, o ana kadar da kolaylık ve sabır versin.
Unutulmayan bir film repliği
“Hayat fena halde futbola benzer.” (Dar Alanda Kısa Paslaşmalar)
Paylaş