Paylaş
Hatta filminden çok daha başarılı bir hamle.
Söz konusu film bizde de yakın bir geçmişte vizyona girmiş olan Larry Crowne.
Tom Hanks başrolü Julia Roberts ile paylaşıyor.
Film, hayata 40’ından sonra yeniden başlayan, işsiz kalmasının ardından bir üniversiteye kaydolarak kendisine yeni bir yol çizen Larry Crowne’un hikayesini anlatıyor.
Ama hikayede de, yönetmenlik kısmında da iş yok.
Her şey son derece sıradan, tekdüze ve zorlama.
Tom Hanks gibi A sınıfı bir aktörden beklenmeyecek kadar kötü.
Ama iade işlemi Tom Hanks’in büyüklüğünü bir kez daha kanıtladığı bir tavır olmuş.
Yıllar önce Lars Von Trier de “Dancer in the Dark” filmini beğenmeyenlere para iadesi yapacağını söylemişti.
Bizde çektiği filmin kötü olduğunu kabul edip, olgunlukla, kızmadan, bozulmadan para iadesi yapacak kaç kişi çıkar bilmiyorum.
Parasında değil de gurur ve ego kısmında takılır kalırlar mutlaka.
Twitter’ın tehlikeleri
Twitter’la, Facebook’la uğraşacağınıza sanatınıza bakın. Enerjinizi işinize harcayın.
Bunu diyen dünyaca ünlü şarkıcı ve gitarist, Grammy ödüllü John Mayer.
Mayer’e göre sosyal medya üzerinden yapılan tanıtımlar sanatçının yaratıcılığına ciddi darbe vuruyor.“Biz eskiden pencereyi açar, gitarımızı çalardık, 1992 yılında sosyal medya buydu” diyor.
“Müzik ciddi bir uğraş, bir Twitter’a yazayım, iki çalayım olmuyor. Olursa da bir şeye benzemiyor. En iyi promosyon konsantre olarak yaratılmış iyi bir şarkı. İyi şarkı, promosyonunu kendisi yapıyor zaten” diye ekliyor.
John Mayer’i sosyal medyadan soğutan şey sosyal medyanın kendisi olmuş. “Bu iyi bir şarkı mı, sözleri iyi mi?” diye düşünürken “Bu iyi bir blog mu, bu tweet’le kendimi iyi ifade edebiliyor muyum?” diye sormaya başladığında tehlikeyi görmüş.
Mayer’in twitter bombaları bununla da kalmıyor.
Her şeyi, koca düşünce bulutlarını 140 harfe sığdıran twitter’ın insanın yaratıcılığını körelttiğini ve sınırladığını da söylüyor.
“Tweet’ler daha da kısalıyor ama şarkıların süresi hâlâ 4 dakika” cümlesi her şeyi açıklıyor zaten. Twitter’ı, sürekli tweet attığı ve 4 milyon takipçisi olduğu bir anda, “yaratıcılığımı engelliyor, şarkı yazamaz oldum” diyerek bir anda bırakan John Mayer’in haklı olduğu noktalar var, dikkate almak lazım.
Tayga, İstanbul ve Pera
Berna-Cengiz Semercioğlu çiftinin kızları oldu.
Adını Pera koydular (Onur Baştürk yazdı, Pera’nın isim babası Pera’yı en güzel anlatanlardan olan İlhan Berk’miş).
Şimdi onları ömürleri boyunca kurtulamayacakları sitemli, zor bir soru bekliyor.
“Annecim, babacım, bana neden herkesin ilk söylediğimde anlayacağı, merak etmeyeceği, üzerine soru sormayacağı bildik bir isim koymadınız?”
Soner ve ben bu sitem dolu soruya yıllarca maruz kaldık, kalmaya da devam ediyoruz.
Kızımız Tayga (siz sormadan yazayım, Tayga, kuzey ormanları anlamına geliyor) daha dün, “Bugün dört kişi adımın ne anlama geldiğini ve neden bu ismi koyduğunuzu sordu, ilk söylediğimde anlayan, ikiletmeyen birine rastlamadım yani” diye hafiften dokundurdu yine. “Tayga’cım havanı atsana, özelsin, teksin, Tayga dendiğinde bir tek sen dönüp bakıyorsun, bin kişiyle aynı ismi taşımıyorsun” gibi durumu kurtarmaya yönelik cümlelerimi kaale bile almadı tabii.
Ben yine de mutluyum ama. Arkadaşlarım da sıra dışı isimlerle gelip, benim gibi davranınca daha da mutlu oluyorum.
Önce İstanbul (Şirin ve Okan Bayülgen’in kızları), şimdi Pera.
Tayga yalnız kalmıyor.
Paylaş