Paylaş
Sinema mı kaldı ki izleyelim...
Çoğumuzun, hatta belki Oscar törenine katılanların bile tamamını izlememiş olduğu filmler arasında geçti bu yılki Oscar töreni.
Büyük bir boşluk hissi!
İzlediklerimizden, adaylardan ve törenden anladığımız; konu ve senaryo çeşitliliği açısından zengin bir yıl olsa da tarihin ünlüler geçidi ve filmler anlamında en zayıf Oscar töreni olduğuydu.
Tren istasyonunda gerçekleşen töreni bir film gibi yönettiğini söyleyen Steven Soderbergh’in açıları, prodüksiyonu, kurgusu baş döndürücü de olsa içeride heyecan olmayınca neye yarar ki?
“En iyi film” ödülünü sona saklamayıp, oyuncu ödüllerinden önce vermek bile fark yaratmaz.
Daha ne diyeyim bilemedim.
Sanki canlı değil de banttan yayınlandı bu yılki tören.
Seyircisiz oynanan bir futbol maçı gibiydi.
Oscar’larda pozitif ayrımcılık, ödülleri her geçen yıl daha da fazla etkiliyor. Bu yıl da pek çok dalda ve konuşmada bu görüldü.
Oscar’lar aday filmler arasında dağılırken, “Nomadland” ‘en iyi film’ Oscar’ını alarak şaşırtmadı.
En sevindiğim ödül ise Anthony Hopkins’in “Father”daki müthiş performansıyla aldığı ‘en iyi erkek oyuncu’ Oscar’ı oldu.
Uzun yıllar böyle performans göremezsiniz, benden söylemesi.
Canlı müziğe yasak devam
Bu yılki sönük törenin en iyi yanı, umut vermesi oldu.
Zar zor da olsa, bin bir önlem altında da gerçekleşse sinemacılar sonunda evlerinden çıkıp organik olarak bir araya gelebildiler.
Kodak Tiyatrosu’nda değil, bir tren istasyonunda gerçekleşen törende kalabalıklar yerine ayrı masalarda birbirlerinden uzak oturan insanlar vardı.
Az kişiyle de olsa sanalda değil gerçeklikte bir araya gelmek bile moral oldu.
Sinemacılara umut veren törende müzisyenlere, canlı performanslara geçit olmaması ise koronanın canlı müziğe getirdiği yasakların dünyanın her yerinde devam ettiğini gösterdi ne yazık ki.
Törende canlı müzik ya da orkestra yerine DJ’lik yapan Questlove vardı.
İşte korona döneminde müziğin gerçeği.
Üzdü tabii.
Ahtapottan Öğrendiklerim
Ahtapottan arkadaş olur mu?
Peki öğretmen olur mu?
İnsanların bir ahtapotla arkadaş olabileceğini gösteren Güney Afrika yapımı “My Octopus Teacher”, bu sorulara “evet” dedirten ve bu yıl çok konuşulan bir belgesel olmuştu.
Hatta bu filmden sonra dünyada sofralarda ahtapot tüketimi azalmıştı.
Ne güzel.
Daha da güzeli “Ahtapottan Öğrendiklerim”in (My Octopus Teacher) ‘en iyi belgesel’ Oscar’ını alması.
İzlemeyen kaldıysa lütfen en kısa zamanda izlesin.
Sadece ahtapotlar için değil, “iyi belgesel nasıl olur”u da görmek için.
Yanınıza mendil almayı da unutmayın derim, gözleriniz dolacak çünkü.
Druk’un acıklı öyküsü
Thomas Vinterberg, “Druk” (Another Round) ile ‘en iyi uluslararası film’ Oscar’ını aldı.
Ve ödülü alırken gecenin en duygusal, dokunaklı konuşmasını yaptı. Kızının ölümünden sonra bu filmi çekip çekmemek için çok düşünmüş.
Ama kızının anısına çekmeye karar vermiş.
Bu ruhla, ona adayarak çalışmışlar sette.
Bir kayıptan, bir acıdan doğmuş bu film. İzlerken akılda tutmakta fayda var.
Oscar kırmızı halısının ‘en’leri
Altın sarısı elbisesi ile Carey Mulligan...
Bembeyaz, derin dekoltesi ve kocaman eteği ile göz alan Maria Bakalova...
Çiftlerde altın sarısı takım elbisesi ile Leslie Odom Jr. ve tek bacak yırtmacıyla siyahlar içindeki eşi Nicolette Robinson...
Abajur saçı ve öğretmen temalı kıyafeti ile Celeste...
Kanatlı buz mavisi elbisesiyle Regina King...
Pespembe takım elbisesi ile gecenin en alakasızı olan Colman Domingo...
Paylaş