43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ardından yazmak çok zor.
Bugüne dek festivaldeki organizasyon bozukluklarını eleştiren o kadar çok yazı çıktı ki, sadece olumsuzlukları büyüteç altına alıp, bunlara bir yenisini de ben eklemek istemiyorum doğrusu.
Bu nedenle, festival çalışanlarının nasıl canla başla çalıştıklarına bizzat tanık olmuş biri olarak olayın farklı bir boyutunuele alacağım.
Çocuğunu sadece uykuda sevebildiği için kendilerini kötü hissedenler de vardı, yorgunluktan bayılan, hastanelik olanlar da.
Festival başladığında ise onlara pırıl pırıl gençlerden oluşan bir ordu eklendi.
1100 konuğu, bir hafta boyunca ağırlamak, sürekli meşgul ve memnun etmek, açılış ve kapanış törenlerinden, partilere, film gösterimlerinden, gala söyleşilerine, atölye çalışmalarına kadar her yerde kusursuz olabilmek ve tüm bunlara ek olarak bir de hava şartlarıyla boğuşmak tahmin edeceğiniz gibi hiç de kolay değil.
Bazı aksiliklerin olması zaten kaçınılmazdı.
Üstelik üç ayrı ve farklı organizasyonun; Film Market, Ulusal ve Uluslararası Festival’in eşzamanlı olarak yürüdüğü bir olaydan söz ediyoruz.
İşte bu nedenle tüm festival çalışanlarına, önce bir geçmiş olsun diyorum.
Büyük bir yükün altından minimum sorunla kalktılar bence.
Kendileri, gelen eleştirilerden, gelecek yıl nelerin yapılıp, nelerin yapılmaması gerektiğiyle ilgili ipuçlarını almışlardır.
Ulusal Yarışma filmlerinin ve kapanışta ödül verecekler isimlerin seçimi konusunda daha özenli olmak, festivalde simultane tercüman bulundurmak, konuklara kulaklık vermek vb. yapılamayacak şeyler değil. Seneye olur da zaten.
Ama bunlar şu gerçeklerin önüne geçmemeli:
43. Antalya Altın Portakal ve 2. Uluslararası Avrasya Film Festivali bizlere, yabancı konuklara ve Antalyalılar’a çok iyi filmler izleme, onların yönetmen ve yapımcılarıyla söyleşme imkanı verdi.
Aynı havanın solunduğu ortamlarda hep sinema konuşuldu, yeni projelere yeşil ışık yakıldı.
Taylor Hackford, Norman Jewison gibi önemli yönetmenler Türkiye’de film çekebileceklerini söylediler.
Gelecek yıla ait pek çok filmin tohumları Antalya’da atıldı.
Ve aslında dolaylı ya da dolaysız, festival için çalışan herkes Türk sinemasına fayda sağlayacak işlere katkıda bulunmuş oldu.
Jüri başkanına ne oldu
Altın Portakal’da bu yıl da gelenek bozulmadı; en çok konuşulanların başında yine ödüller ve ulusal jürinin kararları vardı.
Jüri başkanı Şerif Gören’infestivalin kapanışına kalmadan Antalya’yı terk ettiğiniöğrendiğimizde aklımıza ilk gelen ödüllerin Kader ve Takva arasında dağıldığı oldu.
Çünkü söylentiler, nedense, Şerif Gören’in Zeki Demirkubuz’unKader adlı filmine ödül vermek istemeyeceği yönündeydi.
Diğer yanda ise Gören’in, Takva’yı hiç beğenmediği, Eve Dönüş’e hayran kaldığı ve ödüller ağırlıklı olarak Takva’ya gittiği için bozulduğu konuşuluyordu.
Jüri başkanının, Kader ve Takva’ya olan negatif yaklaşımları ve bunların arkasında yatan nedenler şu an için sadece dedikodudan ibaret.
Ben, ünlü yönetmenin seçimlerine kişisel meselelerini karıştırmayacağını ve gerek oyunu kullanırken, gerekse de jüri üyelerinin oylarını değerlendirirken sadece sinemasal değerleri göz önüne almış olacağını düşünüyorum. Şerif Gören’in düzenleyeceğini belirttiği basın toplantısında yapacağı açıklamaları da merakla bekliyorum.
En İyi Yönetmen’in durumu iyi
43. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin kapanış töreninin en üzücü olayı İklimler filmiyle En İyi Yönetmen Ödülü’nü alan Nuri Bilge Ceylan’ıntören sırasında fenalaşmasıydı.
Birkaç gündür grip olan ve törene ateşli olduğu halde katılan ünlü yönetmen zaten ilaçlarla ayakta duruyordu.
Fenalaşmasında buz kesmemize neden olan havalandırma ve gecenin heyecanının da etkisi olmuştur herhalde. Ama bu üzücü gelişmenin temelinde gribal enfeksiyon vardı.
Sevenleri ve merak edenleri için söyleyeyim, Nuri Bilge Ceylan kısa süre kaldığı hastaneden çıktıktan sonra otelinde dinlendi ve uçuş tarihini ertelemeye bile gerek kalmadan İstanbul’a döndü. Şimdi evinde dinleniyor, yoğun geçen haftanın yorgunluğunu atıyor. Kendisini aldığı ödüller için bir kez daha tebrik ediyor ve geçmiş olsun diyorum.