Yüksel de öyle biriydi...

BİZ bu zatın bu görev anlayışı ile başına bir gün ne gelecek diye beklerken hiç tahmin etmediğimiz bir nedenle görevinden alındı.

Gerçi ‘‘görevinden alındı’’‘‘başka bir göreve tayinini’’ mi istedi, yoksa hakkında sadece ‘‘kınama’’ kararı mı verildi biraz karışıklığa getirildi ama... Önemli değil.

Nuh Mete Yüksel isimli (Nusret Demiral'ı aratmayan) Ankara DGM Savcısı sonuç olarak bu görevden uzaklaştı.

Ama o sırada ‘‘milletvekili’’ sıfatını taşıyıp taşımadığı belli olmayan Merve Kavakçı isimli militanın evine gece yaptığı baskınla ‘‘bu zat ayarını tutturamıyor galiba’’ dedirtince biz de kendi hesabımıza, adının yayına bir ‘‘mim’’ koymuştuk.

Görevini iyi yapan adam saygı toplar. Ama aşırı gayret dikkati çeker, kuşku uyandırır. İster istemez ‘‘bekleyelim görelim’’ dedirtir.

Nuh Mete Yüksel neyse ki çok bekletmedi. Hakkında yayın yasağı koydurtacağı bir skandal sonucu görevinden uzaklaştı(rıldı). Son olarak da Türkiye'de faaliyette bulunan Alman vakıflarının ve onların buradaki adamlarının Türkiye'yi bölmek dahil casusluk vb. faaliyette bulunduklarını ileri süren bir iddianame hazırlayarak gitti.

Bu yüzden Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler bir anda gerginleşti. Nitekim Başbakan Bülent Ecevit, Almanlara ‘‘sabretmelerini’’ tavsiye etmek zorunluğunu duydu. Bu bir bakıma, ‘‘Endişe etmeyin ama olur böyle olaylar’’ der gibi bir mesaj idi.

Lakin Almanlar olayı galiba aşırı bir duyarlık konusu yapmaya kararlılar. Nitekim Büyükelçi Rudolf Scmhidt'in Dışişleri Bakanlığı nezdinde protestoda bulunduğu, Adenauer Vakfı'nın Türkiye'deki Direktörü Dr.Wulf Schönbohm'um da hemen ‘‘Bu kafayla giderseniz siz Avrupa Birliği'ne giremezsiniz’’ anlamında sözler sarf ettiği bildiriliyor.

Hem Adenauer Vakfı'nın hem de Körber Vakfı'nın düzenlediği çeşitli sempozyumlara katılmış biri sıfatıyla söyleyelim... Biz bu suçlamaları haklı gösteren bir olayla karşılaşmadık. Ama savcı iddia ediyorsa, ispat etmek de ona düşer.

Aslında, böyle olaylar nedeniyle iki ülke ilişkilerinin gereğinden fazla zorlanması anlamsız. Hele ‘‘Bizim canımızı sıkarsanız AB'ye zor girersiniz’’ anlamına gelen sözler de hiç güzel değil.

Kaldı ki bir savcının iddianamesi eğer iki ülke ilişkisini bozuyorsa ilişkilerimiz şimdi değil, Ocak 1997'de Frankfurt Eyalet Mahkemesi Başkanı Rolf Schwalbe bir ‘‘uyuşturucu kaçakçılığı’’ olayının yargılanması sonunda, o zamanki Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'i ‘‘uyuşturucu kaçakçılığının önemli isimleri Baybaşin ve Şenoğlu ailelerini korumakla’’ suçladığı zaman bozulurdu. Elbet o tarihte Türkiye de tepki gösterdi. Ama bu tepkiler üzerine Almanya'nın o zamanki Büyükelçisi Bay Vergau, ‘‘Bir yargıcın hiçbir zaman Alman hükümetini temsil edemeyeceğini’’ ifade ettikten sonra, ‘‘En iyisi mahkemenin gerekçeli kararını beklemek’’ demişti (22 Ocak 1997, BBC 18.00-19.00).

Alman dostlara söylenecek en iyi söz galiba bu.
Yazarın Tüm Yazıları