Paylaş
Kim istemez Ahmet Davutoğlu’nun Der Spiegel dergisine dediği gibi hem ”Avrupa Birliği Türkiye’nin en önemli stratejik hedefi” olsun, hem de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün Tahran’da söylediği gibi, “Bir yüzü Batı’ya, bir yüzü Doğu’ya bakan” bir dış politikayı büyük bir beceriyle sürdürüp herkesi mutlu edelim.
Örneğin hem İran ve Suriye’yi, hem de NATO’yu aynı anda bağrımıza basalım?
Ama son zamanlardaki gelişmeler, bu iki amacı birbiriyle bağdaştırmanın imkansız denecek kadar zor olacağını gösteriyor.
Bir yüzü Doğu’ya bakan Türkiye sıfatıyla, İran’la kucaklaşıyoruz. İslam kamuoylarının hoşuna gidecek jestler yapıyoruz. Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan elini her kaldırışında İsrail’in ensesine bir tokat indirmekten pek haz duyuyor.
Yeri gelince yapmasına bir şey demiyoruz. Ama dozu kaçmıyor mu?
Nitekim bu tutumun İsrail’in Gazze’ye saldırısı gibi ağır eleştiriye müstahak örneklerin dışına çıkıp ısrarlı bir kötüleme kampanyasına ve ciddi bir politika değişikliğine dönüştüğü kanaati artık her yerde oluşmaya başladı.
Aksi söz konusu olsa The New York Times’ta dün “AKP’nin, Riyad’da, Şam’da ve Bağdat’ta, kendisini, Paris, Roma ve Londra’dan daha çok evinde hissettiği” yazılmazdı.
“Laik Türkiye’nin Batı yerine Doğu’ya yöneldiği” kanaati yüzünden “ABD ile Batı’nın canının sıkıldığı” ilave edilmezdi.
Le Monde gazetesinin yazdığı farklı değil. O da, “Recep Tayyip Erdoğan, Tahran’da İran ile Türkiye arasındaki dostluğunu kutluyor. Ama bu dostluk gösterisi, Türkiye’nin bazı geleneksel müttefiklerini sinirlendiriyor, özellikle son aylarda ilişkilerin hiç durmadan kötüleşen İsrail’i” diyerek uyarıyor.
Amerikan yönetiminin bu konuya nasıl baktığını en iyi yansıtan organlardan biri olan Foreign Policy isimli yarı resmi yayın organında eğer Ortadoğu ve Türkiye uzmanı bilinen Michael Rubins’in, “Türkiye’nin temelden değiştiğine” ilişkin sözleri yer alıyorsa oraya dikkat etmek gerekir.
Esasen bu örnekleri sıralamaya gerek yok. Yukarıda dediğimiz gibi Ahmet Davutoğlu’nun etkisi dış politikamıza yön vermeye başlayalı beri gördüklerimiz, ortada hesabı kitabı yapılmış bir tercihin bulunduğunu gösteriyor.
Bu tercih “Avrupa Birliği’ne tam üye olma” idealinin artık ikinci plana düştüğünü gösteriyor. Belki daha doğru ifadeyle tam da Tayyip Erdoğan’ın istediği düzeye indiği söylenebilir. Çünkü artık anlaşılıyor ki Erdoğan, AB’ye üye olma işine gerçek bir amaç olarak değil, kendi iktidar gücünü sağlamlaştıracağı tarihe kadar Batı dünyası ile Batı’dan yana olan Türk kamuoyunu oyalama aracı olarak bakmıştı.
Yeni Osmanlı’lığa soyunmanın gereği bu ise anlarız da, sonu ne?
Paylaş