GÖZÜMÜZ aydın! Avrupa Birliği’ne (AB) uyum gerekçesiyle getirilen yeni Ceza Yasası hükümlerinin bilgi alma ve bilgiyi yayma konusunda hepimize (özellikle gazetecilere) getirdiği kısıtlayıcı hükümler yetmiyormuş gibi, hükümetin AB’ye uyum gerekçesiyle hazırladığı "devlet sırrı" tasarısının da özgürlüklerimize yeni kısıtlamalar getireceği ortaya çıktı.
SANKİ yeni Ceza Yasası’nın koyduğu sakıncalı hükümlerden meşhur 301 dahil en az 23 ayrı madde düzeltilmiş, demokratik bir ülkeye yakışır hale getirilmiş de sıra buna gelmiş gibi...
Yeni yasa tasarısının üzeri şekerle, çikolatayla kaplanmış hükümlerine ve özellikle bal damlayan gerekçesine bakarsanız, "Bunca yıldır niçin beklediniz? Keşke daha önce bu yasayı getirip çıkartsaydınız" diyesiniz gelir.
Nitekim gerekçedeki sözlere göre, "halkın gerçekleri öğrenme hakkı"na çok saygılı bir devletimiz varmış. O kadar ki o satırları okuyunca, "Ülkemi yanlış anlamışım" diye hayıflanmadan edemezsiniz.
Devlet yaşamının "şeffaflığından" girmişler, Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirisi’nin 19’uncu maddesindeki" ifade özgürlüğünden dem vurup Bilgi Edinme Hakkı’nın kutsallığından geçip Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğü ile ilgili 10’uncu maddesine kadar derin bir saygı ile değinmedik şey bırakmamışlar.
Lakin insanların, kendilerini yöneten devletin yaptığı katakullili işleri öğrenmelerine olanak verecek her deliği tıkamayı da ihmal etmemişler.
Tabii mutad ve makul gerekçelere sığınarak:
Nitekim tasarıdaki düzenlemeye göre, bir bilgiye devlet sırrı denebilmesi için onun, "Açıklanması veya öğrenilmesi, devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek ve bu nedenlerle niteliği itibarıyla gizli kalması gereken" türden olması şart imiş.
Tamam... Hiçbir devlet kendisinin çok gizli kalması gereken "dış ilişkilerine, milli savunmasına, milli güvenliğine" ilişkin bilgilerin orta malı olmasını istemez. Bu tür "çok gizli" kalması gereken bilgiler, Başbakan, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri bakanlarından oluşan "Devlet Sırrı Kurulu" isimli bir organ tarafından karar altına alınmış olmak koşuluyla "devlet sırrı" sayılacakmış. Bu da makul bir çözümdür. Lakin bu karar "önceden" yani söz konusu bilginin oluştuğu tarihte alınırsa ve o karar belli bir sicile aynı anda kaydedilirse ortada bir kaşkariko dönmesi önlenir. Aksi halde o bilgiye sonra "devlet sırrı" denebilir ve birtakım insanlar (özellikle gazeteciler) haksız yere cezalandırılır.
Tasarının bizim gözümüze çarpan önemli bir başka kusuru, "devlet sırrı" sayılmayan ancak "yetkili makamlar tarafından gizlilik derecesi verilmiş bilgi ve belgeler" diye ayrılan bir "gizli bilgi" kategorisi yaratmış olmasıdır.
Bu gruba "öğrenilmesi halinde ülkenin ekonomik çıkarlarına, istihbarata, askeri hizmetlere, idari soruşturmaya ve adli soruşturma ve kovuşturmaya zarar verebilecek nitelikteki" bilgiler dahilmiş.
Sonra tekrar değinmek üzere şimdilik şu kadarını söyleyelim ki, sırf bu hükümle Türkiye’yi tam bir karanlığa sokmak işten bile değildir.