Ulusal politika gerekli...

BU Barzani Bey, akıllı biri. Bundan bizim hiç kuşkumuz yok. Üstelik öteki (Talabani) gibi hokkabaz da değil. Yani ağzından bir laf çıkıyorsa onu düşünmüş, taşınmış, tartmış, sonra söylemiştir. O nedenle "Barzani’yi hafife almak"tan akıllıcası, onu ciddiye almaktır.

Ciddiye almak "adam yerine koymak" demek değildir. Bazen de tam tersi daha doğrudur.

Ama Irak’ın kuzeyinde böyle biri varsa ve Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını tehdit etmeyi göze alacak kadar kendini güçlü ve güvenli sayıyorsa, bu ülkeyi yönetenlere düşen, esip savurmak veya "Vururuz, kırarız" edebiyatıyla kamuoyuna gaz vermek değil...

Oturup "Böyle bir adamla ve onun desteğiyle büyüyen sorunlarla (bu arada PKK ile) nasıl baş edeceğimizi ve hepsini nasıl etkisizleştireceğimizi düşünmektir.

Bunun çözümü "askeri" ise, o yol... Değilse öteki seçenekler bu ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar tarafından iyice tartışılmalı, ulusal bir politika üretecek noktaya ulaşılmalı...

Ve ancak bu aşamaya ulaştıktan sonra, söz konusu politika uygulanmalıdır.

Oysa tam tersi yapılıyor. Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan’ın aklına "Cumhurbaşkanlığına adaylığımı koyayım mı, koymayayım mı?" diye, Türk-İş’e, TÜSİAD’a, TOBB’a sormak geliyor. Ceza Yasası’nın 301’inci maddesi konusunda görüş alıyormuş numarası yapmak için Eczacılar Odası’na, Ziraat Odaları Birliği’ne, Mühendislere ve Tabiplere soruyor ama Türkiye’nin bölünmesini hedef alan gelişmeler konusunda kimseye görüş sormuyor. Ötekilerden vazgeçtik, ana muhalefetle görüş alışverişinde bulunmaya bile lüzum görmüyor.

Öyle ya... Artık resmin içinde ne sırf Barzani var ne de sırf PKK! Resimde şimdi bir de onlara destek verirken Türkiye’yi oyalayan ABD var. O nedenle belirlenecek politika Türkiye’nin belki de önümüzdeki yüz yılını etkileyecek önemdedir. Bunda da ulusal uzlaşma gereksizse, nerde gereklidir?



Not: Sayın Nazlı Ilıcak’tan 7 Nisan 2007 günü bu sütunda yayımlanan "Sevinmek Hakları mı?" başlıklı yazım nedeniyle aşağıdaki açıklamayı aldım. Aktarıyorum:

"Sevgili Oktay Ekşi,

1) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), incelediği birçok olayda, laik demokratik hukuk devletinin korunmasını, meşru bir amaç olarak kabul ediyor. Mahkemenin görevi, meşru amacın varlığını araştırmak kadar, sınırlamanın, hakkın özüne dokunup dokunmadığını da incelemek.

2) Bizim olayımızda Mahkeme diyor ki: "Fazilet’i laik cumhuriyeti korumak için kapattığınızı belirtiyorsunuz. Laik demokrasinin muhafazası meşru bir amaç." Recai Kutan başvurusunu geri çektiği için, Fazilet Partisi açısından bir hüküm kurmuyor. Bizimle ilgili meseleyi ise şöyle özetleyebiliriz: "Bu meşru amacınıza varmak için Ilıcak ile Kavakçı’nın milletvekilliğini düşürmeniz gerekmiyordu. Meşru amaç ile uygulanan ceza arasında orantı bulunmuyor; dolayısıyla hak ihlali var." Üstelik sadece Kavakçı ile Ilıcak’ın değil, onları seçen halkın da hakkının ihlal edildiği sonucuna varıyor.

3) Mahkeme bize tazminat ödemedi. Çünkü, bu kararın tazminat değerinde olduğunu hükmetti. Saygılarımla. Nazlı Ilıcak"
Yazarın Tüm Yazıları