Paylaş
Biliyoruz dersek fazla iddialı olur. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği gibi ‘‘din’’ kurumu yönünden çok önemli bir göreve bir kadın üyenin atanmasının da, bu göreve getirilen Prof. Dr. Mualla Selçuk'un Kuran'ı Kerim okunurken başını örtmeye gerek duymamasının da muhteşem birer ilk olduğunu sanıyoruz.
Büyük Atatürk'ün özlediği Türkiye'ye çok uygun, üstelik bir değil iki adet ilkten söz ediyoruz. Ve ‘‘Atatürk'ün kızı’’ denmeye layık bu bilim insanımızı yürekten kutluyoruz.
Türkiye'nin İslam dini ile çağdaş uygarlık arasındaki köprüyü kuran ülke olma onurunu akla dayalı bu tür uygulamalarla gerçekleştireceği umudunu işte bu nedenle taşıyoruz.
Bize bu umudu veren örnek az değil. Bireylerinin yüzde 98'i Müslüman olan bir toplumun Avrupa tarafından reddedilemeyecek kadar açık bir şekilde ‘‘Avrupalı’’ sayılması bu örnekleri toplu şekilde ifade etmeye yeter. Ama biz daha somut olanını anımsatmak niyetindeyiz:
Üç yıl kadar önce (daha net konuşacaksak, 1998'in ocak ayında) İzmir'deki Karşıyaka Müftüsü Nadir Kuru, ''Türkiye'de ibadetle adet ve gelenekler birbirine karışmış. Kadınlar bu nedenle cenaze namazında saf tutmuyor'' diyerek, kadınların da cenaze namazına katılmaları yolunu açtı. Gerçi bazı yobazlar buna karşı çıktılar. Hatta yobazların yayın organı olarak bilinen bir gazetede 15 Ocak 1998 günü yayınlanan yazıda ‘‘Sosyal hayatın her sahasına karışmaları yetmiyormuş gibi, şimdi de 'din' plaformuna girdiler’’ deniyordu. Bu yazara göre Ahzab Suresi'nin 59. ayetinde de kadınların ''cilbab'' (çarşaf) giyinmeleri emredilmişken ‘‘ilamaşallah o emir de terke uğratılmıştır’’ sözleriyle durumdan şikáyet ediliyordu.
Bizdeki yobazların kafası bugün değil dün de böyleydi. Hatta Birinci Meclis döneminde ‘‘20 bin erkek nüfusa bir milletvekili seçilmesini’’ öngören bir Seçim Yasası getirilince ‘‘Kadınlar neden dikkate alınmıyor?’’ diye itiraz eden Bolu milletvekili Tunalı Hilmi Bey'e, bizim gizli Atatürk düşmanlarının pek beğendiği Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey yanıt vermiş ve ‘‘(Kadınların da) din ve din duyguları, dinimizin kuralları içinde gelişir (ise o takdirde) onların da oylarına saygı duyarız’’ demişti.
Kadını ikinci plana iten, hatta onu yok sayan anlayış o kadar köklü olmalıydı ki, dönemin Milli Eğitim Bakanı İsmail Sefa Bey, sırf Milli Eğitim Şûrası'na kadın öğretmenleri de üye olarak davet etti diye Meclis'te bir Genel Görüşme açıldı. Yapılan eleştiriler o kadar ağırına gitmiş olmalı ki, İsmail Sefa Bey bakanlıktan istifa etti.
O Türkiye'den bugün Mualla Selçuk'un Türkiye'sine gelebildikse, Atatürk'ün ifadesiyle her şeye rağmen ‘‘Çok ve büyük işler başardık’’ diyebiliriz.
Paylaş