SADECE bizim değil, bizden önceki bilmem kaç kuşakla, bizden sonraki bilmem kaç kuşağın rüyalarını süsleyen bir olay bugünlerde İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanıyor:
Nobel ödülü kurulalı beri ilk defa bir Türk ödül alıyor.
Kimse küçümseyemez, kimse azımsayamaz, kimse "keşke almasaydık" diyemez.
O nedenle deneyimli Türk gazetecilerinden oluşmuş bir kadro, ödül sahibi roman yazarı Orhan Pamuk’la birlikte Stockholm’e gitti.
Bugünden başlayan ve 10 Aralık günü İsveç Kralı’nın vereceği bir ziyafetle noktalanacak olan bu olağanüstü olayın keyfini keşke hepimiz burada, Türkiye’de, burada bulunmayan her Türk de dünyanın neresinde olursa olsun orada yaşayabilseydi.
Televizyonlar ödül törenini odalarımıza taşıdığı dakikada gücü yetenimiz şampanyayla, gücü yetmeyen de olanağı ne ise onunla bu güzel anı kutlayabilseydi.
Ama olmadı... Olmuyor...
Bu satırların yazarı, sadece Orhan Pamuk’un Edebiyat Ödülünü aldığını öğrendiği dakikadan beri değil, onun "Türkiye’de 1 milyon Ermeni ile 30 bin Kürdün kesildiğini" söylediği ve "bu gerçeği (!?) kendisinden başka kimsenin söyleyemeyeceğini" ilan ettiği mülakat yayınlanalı beri, derin bir kırgınlık yaşıyor. Çünkü Orhan Pamuk’un aldığı ödül beratındaki resmi gerekçede ne yazılırsa yazılsın, bu ödülün o mülakat nedeniyle verildiği düşüncesini zihninden atamıyor.
Son haberler Orhan Pamuk’un Stockholm’de kendisine siyasi sorular yöneltmek isteyen gazetecileri yanıtlamadığını, hatta bu tür soruları istemediğini ifade ediyor.
Neden?
Orhan Pamuk -çok haklı olarak- ifade özgürlüğüne inanan bir insan değil mi? Eğer "Özür dilerim. O zaman yanlış söylemişim. Öldürülen Ermenilerin sayısı 1.5 milyon, Kürtler de 50 binmiş" deseydi ne zararı vardı?
Orhan Pamuk ilk demecini hangi "tarih" bilgisine ve hangi kanıtlara dayanarak söylediyse, bizim önerdiğimize benzer bir sözü de aynı temele ve gerekçeye dayayarak ifade edebilirdi.
Ya da "Ben tarihçi değilim. Bu konularda bir iddiam yok" diyebilirdi.
Ama yapmadı. Daha doğrusu ne onu söyleyebiliyor, ne de kendi ulusuna dönük bir iftira niteliğindeki birinci beyanından dönebiliyor. Daha açık ifade edelim:
Siyasi nitelikli sorulara verdiği tepkilerden anladığımıza göre vicdanı onu rahat bırakmıyor. "Bana bu ödülü, yazdığım romanlardan çok -veya en az onun kadar- o sözlerim nedeniyle verdiler (veya vermiş olabilirler)" düşüncesinden kendini kurtaramıyor.
Bir arkadaşımız Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülünü aldığının ilan edildiği gün, "O cümleler unutulur 30 sene sonra geriye Orhan Pamuk’un Nobel ödülü aldığı kalır" demişti.
Brütüs de, Sezar’a karşı komplo düzenleyenlerin aslında Roma’ya iyilik ettiklerini düşünuyordu.