KIRMIZI çizgileriyle meşhur Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül daha Çankaya’ya çıkmadan, Amerika’daki Yahudi cemaatine ait "Anti Defamation League" (İftira ve İnkárla Mücadele Birliği) isimli lobi kuruluşu, kendisine muhteşem bir hediye sundu:
Yıllardır bizim "Onlar trajik olaylardır. Türkler ve Ermeniler karşılıklı olarak birbirini öldürmüştür. Ama bu hiçbir zaman soykırım değildir" dediğimiz olaylara ABD’deki bu kuruluş da bundan böyle "soykırım" diyecekmiş.
Neyse ki bu Anti Defamation League’e ağır bir mektup yazıp "Nasıl böyle bir açıklama yaparsınız?" diye soran bir Jak Kamhi’miz var. Jak Bey sormakla kalmadı onlara:
"Almanya’daki bir Musevi ne ayaklandı, ne toprak istedi, ne de kimseleri yaraladı. Yalnızca kökenlerinden dolayı, "genlerinden" dolayı yok edildiler. Türkiye’de ise öyle bir şey olmadı. Bunlar ayaklanıp toprak istediler. Savaştılar. İnsan öldürdüler. Elbetteki bunun karşılığında da direnç gördüler. (O nedenle) buna ’soykırım’ denemez" dedi.
Dedi ama bilelim ki "bilim adamı" kisveli bir "tetikçi"nin Amerika’daki en güçlü savunucularımızdan Holdwater’ı devre dışı bırakmasının ardından bu ikinci darbe, Türkiye açısından en önemli bir kalenin daha yıkılması anlamına gelmektedir.
ABD Temsilciler Meclisi’ne verilen ve düne kadar 225 imzaya ulaşan bir öneri "Kongre’nin, Ermenilerin maruz kaldığı olayları soykırım olarak tanıdığını" ilan edecekleri günü bekliyor.
Öyle tahmin ediyoruz ki, Sayın Gül Çankaya’ya çıkar çıkmaz Kongre kendisine bu hediyeyi sunacaktır.
Gördüğünüz gibi bu iktidarın "çok başarılı" dış politikası sayesinde 7 milyon kadar masum Yahudiyi fırınlara doldurup yakan, gaz odalarında boğan Almanlar’la aynı hizaya geldik.
Yeri gelmişken bir parantez açıp soralım:
Onlara neden Alman yerine Naziler deniyor da, bize gelince suçlu tüm Türkler oluyor?
Gördüğünüz gibi, biz yıllardır "her türlü tedbir alınmıştır" benzeri boş laflarla vakit öldürürken Ermeni lobisi tek tek bütün kaleleri zapt etti.
İyi anımsarız... Son olarak Sayın Abdullah Gül’e "Doğan Medya Grubu mensuplarına özel bilgi vermek" amacıyla geçen yıl İstanbul’da yaptığı konuşma üzerine, bu gelişmeleri işaret ederek "Hükümet olarak ne yapmakta olduklarını" sormuş, aynı boş yanıtlardan birini almıştık.
Son olarak somut bir adımı geride kalan mart ayında atacaklardı. Artık siyasi yoldan sonuç alamayacağımızı onlar da görmüş olmalılar ki, tek çare olarak Türkiye’nin Uluslararası Adalet Divanı’na başvurma hazırlığını tamamlanmak üzere olduğunu, 23 Mart 2007 tarihinde bizzat Abdullah Gül ilan etmişti. Hatta "kararın yakında kamuoyuna duyurulacağını" söylemişti.
Ne oldu?
Belli ki bir karar veremediler. Yani oradaki kırmızı çizgi de kağıda düşmeden uçtu gitti.
Hele bir ABD Kongresi de "soykırım"ı kabul etsin... Sıra "tazminat" taleplerine, "AB’ye kabul için, siz de soykırımı kabul edin" dayatmalarına gelince biz göreceğiz kırmızı ışıkları...