Paylaş
Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasındaki, “duygu sömürüsü” içerikli sözler bizi hiç ilgilendirmedi. Kimler için ağlarmış da, boynu bükük kalanları bilirmiş de...
Onu orada dinleyenler değerlendirsin.
“Edirne’de neyi söylersem Diyarbakır’da da aynını söylerim” demesine rağmen ağzına “Tek bayrak, tek millet, tek devlet” sloganını almamasına; her fırsatta -haklı olarak- “terörist başı” dediği Abdullah Öcalan’a atıfta bulunmamasına da takılmadık.
Bizi daha çok “ifade özgürlüğü” konusundaki sözleri ilgilendirdi. Çünkü Diyarbakırlılara aynen:
“Biz bu ülkede fikirlerinden dolayı mahkûm edilen insanları çok iyi biliriz. Yazı yazdığı için, konuştuğu için, şiir okuduğu için mahpus damlarında çürümenin nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliriz” demişti.
Bu sütunu izleyenler, kendisinin Siirt’te bir mitingde okuduğu, “Minareler süngü, kubbeler miğfer/Camiler kışlamız, müminler asker” mısralarının suç sayılmasına karşı çıktığımızı umarız anımsarlar.
Şiir kışkırtıcı (provokatif) idi ama “ifade özgürlüğünü ihlâl” sayılabilecek bir ağırlığı yoktu.
Buna rağmen Tayyip Erdoğan dört ay hapis yattı. Bizce yanlıştı ama ortada yargının kesinleşmiş hükmü vardı.
Peki ya “mahpus damlarında çürümenin nasıl olduğunu çok iyi bilen” Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu Türkiye’de durum ne?
Bugünkü Türkiye’de -bahane ne olursa olsun, herkes biliyor ki sadece iktidara muhalif görüşlere sahip olan- insanlar, 8-10 sene hapis cezası almış kadar uzun süredir “mahpus damlarında çürüyor”lar.
Hem de haklarında “suçlu” olduklarına dair hiçbir hüküm yokken.
O da yetmiyor... Hoşa gitmeyen medya organları, Başbakan Erdoğan’ın kendi ifadesiyle, “siyasi iktidar tarafından çökertiliyor”.
Özetle söylemek gerekirse, eskiden gazetecilerin sadece ağzı kapatılıyordu şimdi hayaları da sıkılıyor.
Dahası... Tayyip Erdoğan o tarihte hayli provokatif bir şiiri okuduğu için özgürlüğünden yoksun kılınmıştı.
Oysa şimdi insanlar “Konuşmamız gizlice kaydediliyordur” korkusuyla, kendi aralarında en masum dedikoduları dahi paylaşamaz hale geldiler. Yani o kadar bile özgür değiller.
En vahimi... Anayasa değişikliği eğer 12 Eylül günü “Evet” oylarıyla kesinleşirse, bugünü bile arayacağız. Çünkü yargı bugünkünden daha “bağımlı” hale gelecek.
O zaman, Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabında açıkladığı metotlarla üretilmiş iftiralarla hayatı karartılan insanların, “daha bağımlı mahkemelerde” yargılandığına tanık olacağız.
Bugün Türkiye’de, yukarıda saydığımız tehlikeleri göze alanlar dışında kimse Başbakan’ı eleştirmeye cesaret edemiyor.
Böyle bir zihniyet tarafından hazırlanan Anayasa değişikliğinin Türkiye’de “demokrasiyi genişleteceğine” birkaç uçuk aydın dışında kim inanır?
Paylaş