Paylaş
Halkın Demokrasi Partisi'ne (HADEP'e) mensup Diyarbakır, Bingöl ve Siirt Belediye Başkanlarının Diyarbakır DGM Başsavcılığı'nca gözaltına alınıp sonra tutuklanmaları, dışarıda içeride bayağı gürültü kopardı.
Genellikle söylenen de şu tuhaf söz:
‘‘Halkın oylarıyla seçilen insanlara bu yapılır mı?’’
Yapıldığından şikáyet ettikleri husus eğer ‘‘Belediye Başkanı olmuş insanları gözaltına alırken, onlara adeta sabıkalı hırsız muamelesi yapılması’’ olsa, mesele yok. Hemen altına imzayı atarsınız.
Milletvekili seçildikten sonra ‘‘Kürtçülük’’ yapacağım diye hapse düşen HEP (Halkın Emek Partisi) milletvekillerini anımsarsınız:
Onların dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra, gözaltına alınmaları sırasında, polis arabalarına ite kaka bindirilmelerine hepimiz isyan etmiştik. Bunda da üç aşağı beş yukarı öyle oldu.
Belli ki görev yapmayı, kabalaşma yetkisi sanan zavallıların işi...
Bunlar mariz tiplerdir... Kelepçeyi gözaltına aldıkları hırsızlara takmaktan çok aydınlara, politikacılara, yazarlara takmaktan zevk duyarlar. Çünkü aşağılık komplekslerini bu yolla tatmin ederler.
Ama kabul edelim ki olayın özü, güvenlik güçlerinin belediye başkanlarına yaptığı muamelenin kaba olması veya olmaması değil. Olayın özü bu üç başkanın, Türk Ceza Kanunu'nun açıkça suç saydığı bir eylemi yani ‘‘yasadışı bir terör örgütüne yardım ve yataklık’’ yapıp yapmadıklarıdır. Yaptılarsa ister seçilmiş olsunlar ister olmasınlar, ne fark eder. Eylemleri ne ise hesabını vermeleri gerekir.
Kaldı ki basına yansıyan bilgilere bakarsanız, üstelik ciddi bir suçlama söz konusu. Çünkü Diyarbakır Belediye Başkanı Feridun Çelik'in, Siirt Belediye Başkanı Selim Özalp'in ve Bingöl Belediye Başkanı Feyzullah Karaaslan'ın Avrupa'da PKK'nın önde gelen isimlerinden Murat Karayılan'la buluştukları, Türkiye'yi bölmeye yönelik faaliyet ve taleplere katıldıkları, PKK'ya para yardımı yaptıkları ileri sürülüyor.
Bu iddialar doğru mu değil mi, adalet kararını verir. Biz Adalet'ten önce ahkám kesen ve Türkiye'ye ‘‘Başkanları derhal serbest bırakın’’ türü -bize kalırsa tek kelimeyle küstahça- çağrılar yapanlara da şimdilik değinmeyeceğiz. Asıl sözümüz bu 'Başkan'lara ve onların zihniyetiyle politika yapanlara:
Türkiye'de dine dayalı politika ne kadar zararlı ve yasak ise etnik kökene dayalı politika da o kadar zararlı ve yasaktır.
Başkanlar -ve o kafada olanlar- Türkiye'nin yapıcı birer unsuru olmaya ve bu ülkede barışı egemen kılmaya yardım etmek istiyorlarsa etnik politikacılığı (daha doğrusu ırkçılığı) artık reddetmelidirler. Etmezlerse Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarının kendilerine indireceği silleye katlanmalıdırlar. Çünkü o bir meşru müdafaa refleksinin sonucudur.
Paylaş