DAHA Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın önceki günkü konuşmasının mürekkebi kurumadan, dün de Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Harp Akademileri’nde konuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin tüm kamuoyunu çok meşgul ettiği bir sırada sistemin üst düzeyinden gelen sesler elbet ilgi çekiyor.
O nedenle "ne demiş, niye demiş?"leri çözmek gerekiyor.
Sayın Büyükanıt konusuna fırsat doğarsa tekrar döneceğiz. Şimdi sıra Sayın Sezer’de:
Sayın Sezer’in 20 sayfalık konuşmasını okuyunca, insan TBMM’nin yeni yasama yılını açış töreninde eskiden -yani Atatürk,İnönü ve Bayar dönemlerinde- yapılan konuşmaları anımsıyor.
O konuşmalarda Cumhurbaşkanı, devletin hem dış dünyaya hem de iç sorunlara nasıl baktığını anlatır, ulusa bir bakıma, "Biz bu ülkeyi bu anlayışla yönetiyoruz" derdi. O anlayış da genellikle "çağdaş uygarlığı yakalama" azminin, Atatürkçü bir ağızdan dile getirilmesiydi.
Doğrusu istenirse o konuşmaların bir özelliği de ulusa özgüven verici olmalarıydı.
Sezer dünkü konuşmasında bu son çizgiyi korumuş. Türkiye’nin 84 yıllık Cumhuriyet döneminde kazandığı başarıların ve ulusal gücümüzün bizi çok daha iyi yarınlara taşıyacağını vurgulamış.
Ama eski konuşmalardan -hafızamız bizi aldatmıyorsa- çok farklı bir şey yapmış. Laik Cumhuriyet’in ve ulusal devlet yapımızın karşı karşıya bulunduğu tehlikelerin -aynen Yaşar Büyükanıt gibi- "daha önce hiç karşılaşmadığımız kadar büyük ve önemli" olduğuna dikkat çekmiş.
Örneğin şöyle diyor Sezer:
"Türkiye’de siyasal rejim, Cumhuriyet’in kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Laik Cumhuriyet’in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir."
Cumhurbaşkanı’nınbu değerlendirmeleri kanımızca gerçeği yansıtmaktadır. O halde bu duruma gelmemizin bir sebebi olmak gerekir. Cumhurbaşkanı bu sözleriyle özellikle son dört yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi’ni(AKP) hedef almaktadır.
Nitekim Sezer, Türkiye’yi amaçlarına uygun bir noktaya ve kıvama getirmek için uğraşan dış güçlerin, örneğin AKP gibi, "laiklikten" şikáyet ettiklerini anımsatıyor. Türkiye’nin bir "ılımlı İslam ülkesi" olmasını hedeflediklerini söylüyor. Bunu dış ve iç odakların çıkar birliği anlayışıyla ve "demokratikleşme" adı altında yaptıklarına işaret ediyor.
Sezer’in bir anlamda ulusa veda niteliği taşıyan konuşmasında ısrarla üzerinde durduğu bu tehlikeye ilişkin öteki sözlerini de aktaralım. Şöyle diyor:
"Oysa bu odakların bilmesi gereken üç önemli gerçek vardır: Birincisi, ister ’ılımlı’, ister ’köktenci’ olsun, din devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. İkincisi, ılımlı İslam’ın çok kısa sürede radikal İslam’a dönüşmesi kaçınılmazdır. Üçüncüsü de Türkiye Devleti, rejim seçimini, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte 84 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleri ile Atatürk ulusçuluğuna bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir."
Ara sıra söylediğimiz gibi, konuşmanın özellikle bu kısımları ilginç ama anlayana...