HİÇ lafı dolandırıp durmayalım: Anlaşılan o ki, Başbakan Tayyip Erdoğan artık işin “keyfini” çıkarma sürecine girdi. Bize kalırsa bir ileri aşama daha var. Onu pek kimse fark edemedi diye düşünürken önceki akşam bir televizyon programına çıkan Cengiz Çandar’ın gözünden kaçmadığını anladık:
Yapar mı yapmaz mı bilmiyoruz. Ama Tayyip Erdoğan’ı eğer biz tanıyorsak bu fırsatı değerlendirir ve “Yasalar Genelkurmay Başkanı’nın Kuvvet Komutanlığı yapmış bir general” olmasını yeterli bir şart olarak gördüğünü söyler. Sonra da şimdiye kadar sadece Kara Kuvvetleri Komutanına aitmiş gibi görünen bu makama Hava veya Deniz Kuvvetleri Komutanını getirmek isteyebilir. Bunun için mevcut Genelkurmay Başkanının öneride bulunmasına gerek var mı? Vardı da, 6 Ağustos akşam geç saatlerde şimdiki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u ikna edemedi mi bilmiyoruz. Ama eğer aralarında bu tür bir konuşma geçtiyse, eminiz ki Erdoğan, aynen Eskişehir yolunda gazetecilere söylediği gibi “yasalara uygun” davrandığını ileri sürmüş, öteki de böyle bir gelişmenin -yani Genelkurmay Başkanlığına Kara Kuvvetleri dışında bir Kuvvet komutanını getirmenin- Silahlı Kuvvetlerimizin yerleşik geleneğine aykırı olduğunu, o nedenle ordu içinde yeni bir huzursuzluk doğmasına meydan verilmemesini savunmuştur. Tabii bunlar spekülatif sözler. Ama yaşanmış olanla uyumlu ise önerinin “yasal yönden” doğru olmasından daha önemlisi Silahlı Kuvvetlerimiz arasında bir “rekabet” yahut “bölünme” sürecini başlatabileceğidir. Tabii “bölünme” deyince “Ya zaten istenen de o ise?” sorusuna yanıt bulmanız gerekir. Görüldüğü gibi sanki birileri hepimizle yahut hepimizin idraki ile oynuyormuş gibi bir süreci yaşıyoruz. Aksi halde haklarında Balyoz davası suçlusu oldukları iddiasıyla “yakalama” kararı çıkarılan 28’i general rütbesi taşımış 101 subayla ilgili -rakam 102 idi ama bir subay görevine fazla düşkün bir polis ekibi tarafından görülüp mahkemeye çıkarılınca tutuklandı. O yüzden sayı 101’e indi- bu kararın kaldırılmasının yetkili mahkemeler tarafından 2 defa oybirliğiyle reddedilmesine -ve hepsinin tutuklanmasına ramak kalmasına- rağmen tamamının yine aynı mahkemeler tarafından serbest bırakılmasını nasıl izah edeceğiz? Mahkemelerimiz bağımsızdır diyerek mi? Öyle ya... Ortada “yakalama” kararının kaldırılmasını gerektirecek ne bir yeni kanıt çıktı ne de yeni bir başvuru yapıldı. Tuhafı... Şimdi -bu karar ışığında bakınca- yanlışlıkla tutuklanmış bir subay var. Onun durumu ne olacak? Görüldüğü gibi işi artık hepimizi “sarakaya alan” (bu deyim yerine oturmadıysa Tophane Türkçesi konusundaki zaafımıza verin) bir yönetim elindeyiz. Dileriz sıranın tersine döndüğünü hep birlikte görürüz.