ÖNCE "geçmiş olsun" dileklerimizi sunuyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün başından geçen ve "hipoglisemi" (kan şekerinin ani düşmesi) nedeniyle başta yakınları olmak üzere olayı duyan herkesi korkuttu.
Dileriz bir daha olmaz ve -siyasi çizgisine ne kadar karşı olsak da- Sayın Tayyip Erdoğan ülkeye uzun yıllar hizmet verir.
Biz dediğimiz gibi Sayın Erdoğan’ın "hizmet" saydığı birçok politikanın ve uygulamanın uzun vadede bu ülkeye zarar vereceğine inanıyor ve bunu yüzüne karşı söylüyoruz.
Tıpkı merhum Turgut Özal döneminde olduğu gibi.
İyi anımsarız o tarihlerde "Aman dikkat, bu gidiş iyi değil" diyenlere "Semra Hanım’ı görmüyor musun? Kızının yaşam şekline bakmıyor musun? Senin dediğini istese önce eşine ve kızına engel olur" diyorlardı.
Şimdi sesleri kesildi.
Bu yazının konusu Sayın Başbakan’ın izlediği politikalar değil, sağlığı olduğu için biz o noktaya dönelim:
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı olay birkaç gerçeği ortaya çıkardı:
Biz İstanbul’un her gün biraz daha yaklaşan büyük depremi karşısında nasıl duyarsız ve hazırlıksız isek, belli ki Başbakan’ın sağlığı veya ona benzer acil sorunlar konusunda da o kadar hazırlıksızız. Daha doğrusu Arap’ın "Etrak-ı bi idrak" yani "Türkler idraksizdir" sözünü doğrulamak istiyor gibiyiz.
Gerçekten idrak sahibi olanlar, geleceği görürler, önlemi ondan önce alırlar. Bizim gibiler de önce "Bir şey olmaz abi!" ahmaklığına sığınırlar. Başlarına felaket gelince de ya "Allahın hikmeti" der, yahut "Kader böyle imiş"le avunurlar.
Nitekim Başbakan’ın makam şoförü bile böyle bir durumda şoför olarak ne yapması gerektiğini bilmediği gibi, mümkün olan en büyük yanlışı yapıp hayati tehlikeye maruz Başbakan’ı arabanın içinde kilitliyor.
Haberlere göre "Koruma Emniyet Amiri" daha iyi değilmiş.
Öteki tedbirsizlikler de tüy dikecek kadar kötü ve ilkel...
Anlaşılan, Başbakan gibi her an "suikast" türü bir tehlikeye maruz kalabilecek kişiyi en kolay ve en seri şekilde nasıl kurtarabiliriz sorusunu bugüne kadar düşünüp yanıtlayan -daha doğrusu gerekli önlemi alan- olmamış.
Biz Turgut Özal merhumu da aynı ihmalkarlığımız yüzünden kaybetmedik mi?
Demek ki önce bu eksiğin -eğitim, donanım dahil- tüm boyutlarıyla giderilmesi lazım.
İkincisi, galiba daha az önemli değil:
Nedense bu tür olayları çok abartıyoruz. Bizi bilmeyen biri halimizi görse, "Allah Allah! Bu Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Başbakan gibi kimseler hiç rahatsız olmazlar mı?" diye sorabilir.
Olurlar efendim, olurlar... Ama biz oraya çıkanı peygamberleştirdiğimiz için, en küçük bir hastalığı bile "felaket" gibi görür ve gösteririz.
Neyse... Sayın Başbakan’a biz tekrar sağlık dileyerek noktayı koyalım.