Peki ya ötekiler?

BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in başrolü oynadığı bir haber dünkü gazetelerin hemen hepsini süslemişti:

Sayın Bakan, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ı arayarak yeğeni Sezai Şahin hakkında soruşturma başlatmış. Sebebi de özetle şu imiş:

Yeğen Beyefendi, ihaleye girecek bir firmanın sahibine, "Ben o ihaleyi senin almanı sağlarım" diyerek, hizmeti (!?) karşılığı 78 bin YTL almış. Ama ihale başkasına gitmiş. Bunun üzerine 78 bin lirayı kaptıran zat Devlet Bakanı Şahin’e durumu anlatmış. O da polisi hareket geçirmiş. Derken olay yargıya intikal etmiş. Lakin "karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar" diyen şarkı sözü gibi, orada ifadeler değişmiş:

Yeğen Bey, "Ben o parayı araba borcumu ödemek için aldım, sonra 28 bin lirasını ödedim. Kalan borcumu da öderim" demiş. Şikáyetçi de "Evet hadise aynen böyledir" diye ifade vermiş.

Ve Amerikan filmleri gibi, "mutlu son"a ulaşılmış. Masum (!?) görünen taraflar da güle oynaya mahkemeden ayrılmışlar. Onlar "muratlarına erince" bize de "kerevete (sedir) çıkmak"tan başka bir şey kalmamış.

Pardon... Bakan Şahin’in bu vesileyle "Türk siyasi hayatına bakarsanız, halkın belirli noktalara getirdiği kişilere, yakınları, onun ismini kullanmak suretiyle zarar vermeye yeltenmiştir. Bu benim bakanlığıma intikal etti. Tespit ettim. Kim olursa olsun... Babamın oğlu olsa bile hiç fark etmez. Yanlış yapanın üstüne giderim, nitekim gittim" dediğini de ekleyelim.

Biz Mehmet Ali Şahin’in samimiyetini sorgulayacak değiliz. Zaten bugüne kadar yukarıdaki iddiasına aykırı bir bilgi kulağımıza gelmedi.

Lakin Mehmet Ali Şahin’in veya onun gibi 5 yahut 10 yetkilinin "duyarlı" olması bu tür olayları engelleyebilseydi mesele yoktu. Zaten siyasi tarihimizin son yüz yılı bu nedenle, "Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmeyeceğiz!" türü söylemlerle iktidara geldikten sonra tam tersini yapanların örnekleriyle doludur. Senaryo da basittir:

İşe, bir önceki iktidar dönemi hırsızlarını adalete teslim ederek başlanır. O sayede "bunlar namuslu insanlar" dedirtilir. Ardından kendi hırsızlarını doyurmaya sıra gelir. Çalmalarını sağlayacak kapıları açarsın. Açıkça olmasa da yol bile gösterirsin. Gerektiğinde kuralları değiştirir, işlerini kolaylaştırırsın. Çok enayilik eden birkaç kişiyi de "kendilerinden olanın bile yakasına yapışıyorlar" dedirtmek için yakalar adalete verirsin.

Sonra senin muhaliflerin "yetim hakkı"nı savunur. Ve oyun tekrar başlar.

Yukarıdaki senaryo 1950’den bu yana kaç kere sahneye kondu, gördük ki oyun değil sadece aktörler değişti. Nitekim ne nüfuz suiistimali bitti, ne hırsızlık, ne de yolsuzluk önlendi.

Dürüst olalım:

Yolsuzluğu önlemeye niyetli bir iktidar göreve gelir gelmez "ihale" yasasını değiştirip saydamlığı -yani yapılan tüm işlemleri herkesin görmesini- önler mi? En azından yolsuzluk türü olaylar nedeniyle suçlanan milletvekillerinin yargılanmasını engeller mi? Mal bildiriminin "gizlilik" ilkesinden "açıklık" ilkesine dönüşmesinde dört yıl boyu ayak sürür mü?

Gördüğümüz şov olarak iyi ama maalesef tatmin edici değil.
Yazarın Tüm Yazıları