IRAK Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Bağdat’taki Maslahatgüzarımız Aydın Selcen’e 22 Temmuz günü verdiği sözü yerine getirmek amacıyla harekete geçmiş.
Dünkü Hürriyet’te Ertuğrul Özkök bu görüşme haberini ilk defa kamuoyuna duyurmuştu.
Bugün de Uğur Ergan’dan "Talabani’nin Irak İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıyla PKK taşeronu ’Demokratik Çözüm Partisi’ ile ’Demokratik Yapı Partisi’nin Bağdat, Kerkük, Musul ve Erbil’deki büroları ile Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne 2 kilometre uzaklıkta bulunan ’Öcalan Kültür Merkezi’nin kapatılmasını istediğini" öğreniyoruz.
Bu kararı Celal Talabani tek başına değil, Mesut Barzani ile görüştükten sonra almışmış. Bizim Dışişleri’nin algılamasına göre Talabani-Barzani ikilisi, "PKK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetlerini durduracak"mış. Keza "Bazı PKK liderleri etkisiz hale getirilecek"miş.
Her fırsatta Türkiye’ye karşı kükremeyi (!?) marifet sayan Mesut Barzani’nin dünkü gazetelere yansıyan demeci de daha öncekilerden farklı idi...
Muhterem bu defa isim vermeden "PKK’nın kendi topraklarında (Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinde) barınmasına izin vermeyeceklerini" söyledikten sonra Türkiye’nin PKK’ya karşı Irak topraklarında operasyon yapması ihtimaline karşı "Herhangi bir ülke Kürdistan’a saldırırsa kendimizi savunacağız" demekteydi.
Herkes biliyor ki bu sözler, o iki liderin Türkiye’nin PKK terörüne karşı verdiği mücadeleyi desteklemek niyetinde oldukları anlamına gelmiyor. Sadece Türkiye’nin bir tarihte Abdullah Öcalan’ı kendi topraklarında barındıran Suriye’ye olduğu gibi şimdi de PKK nedeniyle Irak topraklarına girmeye ciddi şekilde niyetli olduğu korkusundan doğuyor.
O demektir ki, korku nedeni ortadan kalkınca hem Barzani hem de Talabani bu sözlerini derhal unutacaklar ve PKK’nın orada cirit oynamasına ses çıkarmayacaklar.
O nedenle Türkiye, PKK konusunda alacağı kararları bu sözlere güvenerek veya Irak’taki birkaç PKK bürosu kapatıldı diye ertelememelidir. Bu bir.
İkincisi... Türkiye askeri harekáta kalkacaksa bile iyi bir fırsatı kaçırmış görünmektedir.
O fırsat hepimizin bildiği gibi, Hizbullah tarafından kaçırılan iki İsrail askeri nedeniyle İsrail’in "kendini savunma hakkı"ndan yararlanarak Lübnan’ın altını üstüne getirdiği gün elimize geçti. Türk hükümeti bu sırada sağa sola "Biz de aynı şekilde harekete geçebiliriz" mesajları verip öteki ülkelerden onay almaya çalışacağına harekátı başlatabilirdi.
Onu yapmadığımız bir yana, tam tersine... "Harekáta niyetli olduğumuzu" ilan ederek PKK’nın genel karargáhının bulunduğu Kandil Dağı’nın boşaltılmasına yol açtık. Şimdi harekáta başlasak bile Kandil’in kayalıklarından başka bir şeyi tahrip etme şansımız kalmadı.
Artık yapılacak şey sessiz sedasız hazırlanmak ve günü geldiğinde düğmeye basıp Irak’a girmek olmalıdır. Bunun için kamuoyu önünde demeçler vermek değil, diplomasi yoluyla ön hazırlığı tamamlamak gerekir. Gerisi yalancı pehlivan edasıyla ortada dolaşmaktan başka bir şey değildir.