Paylaş
Türkiye’deki terörün ancak tüm ilgililerin- Meclis’te temsil edilen partilerin -, etkin siviltoplum kuruluşlarının,bilim çevrelerinin desteğini alan, “ulusal” denebilecek bir “uzlaşma”yla çözüme kavuşturulabileceğine herkes inanıyor. Herkes bunu söylüyor.
Ama “Gel yapalım” deyince, aynı çevreler birbirinin gözünü oyuyor.
Acaba herkes “samimiyetsiz” de ondan mı?
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “muhalefet partilerine en kısa zamanda Başbakan sıfatıyla davette bulunacağını” ifade ettikten sonra sözüne “Bakalım kimler gelecek?” diye devam etmesi, çağırmayı aklına koyduğu liderler hakkındaki kuşkusunu ortaya koymaya yetiyor.
“Çağırma” konusuna ayrıca değiniriz.
Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’nin Başbakan’dan alacağı bir davete -veya görüşme talebine- nasıl baktığını gösteren sözleri, “kuşku” yönünden yukarıdakinden farklı değil. Nitekim o da:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın samimiyet ve güvenilirlik katsayısının çok düştüğünü, kendileriyle yapılabilecek olan görüşmeler sonrasında nasıl bir yalan ve iftirayla karşı karşıya kalacaklarının belli olmadığını” ifade ederek, “Bu nedenle böyle bir görüşmeyi kabul etmeyi düşünmediğini” söylüyor.
Haksız mı?
Terörün ancak en geniş uzlaşma ile çözülebileceğini söyleyen Başbakan hemen ardından ağzını açar gözünü yumar da aklına gelen ne kadar suçlama varsa, muhalefet partilerinden medyaya... Kısaca kendisi gibi düşünmeyen herkesi “Terörün dış ve iç destekleyicisi” olarak ilan ederse... O kurumlar ve o insanlar “Bu Başbakan’ın çağrısına evet diyelim, böylece onun istediği uzlaşmayı sağlayalım” diye düşünürler mi?
Dediklerimizin haklı olup olmadığını irdelemek için Başbakan Erdoğan’ın dün yaptığı Meclis Grup toplantısındaki konuşmasına göz atsanız yeter.
Hoş, 22 Haziran 2010 günkü Grup toplantısında da aynı şeyi yapmış, artan terör olayları karşısında “Olağanüstü Hal” ilan edilmesini bir çözüm olarak ileri sürenlere karşı çıktıktan sonra, “Sorunu bu hale getiren muhalefet partilerinin hukuksuz, çapsız politikalarıdır” demişti.
“Çağrı” konusuna gelince:
Başbakan Erdoğan gerçekten ağzından çıkan sözlerin karşı tarafta nasıl algılanacağını hiç düşünmüyor olmalı. Eğer düşünse, “Muhalefet partilerine davette bulunma” sözünün tepki toplayabileceğini, örneğin “Hangi yetkiyle bizi davet ediyorsun?” sorusuna yanıt bulmak zorunda kalabileceğini görürdü.
Gerçi “Gerekirse ayaklarına gider görüşürüm” de diyor ama, bu sözler kendisinde vehmettiği “amirane” tavrı örtmeye yetmiyor.
Nitekim hem CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
“Başbakan’la yapacağımız görüşme, onun davetiyle olmaz. Başbakan ‘Ben geliyorum’ demeli; ‘Gelin görüşelim’ anlayışı olmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet geleneğinde muhalefetin çağrılması değil, iktidarın muhalefete gidişi vardır” dedi, hem de Devlet Bahçeli:
“Cumhurbaşkanı daha soğukkanlı, daha değerli, analizci yaklaşımlarıyla dikkat çekmektedir. Liderleri Cumhurbaşkanı davet etmelidir” diyerek, “usul” yönünden doğru olanı gösterdiler.
Paylaş