BAŞBAKAN, gazetecilerden sadece gerçeğin yazılmasını, hakaret ve iftiranın engellenmesini istiyor.
İyi ediyor. Gerçekten gazetecilerin temel görevi "gerçeği bozmadan, abartmadan kamuoyuna duyurmak"tır.
Keza "hakaret ve iftira", kendisi dahil kimsenin hakkı değildir.
Baştan söyleyelim... Bunlarda Başbakan Tayyip Erdoğan’dan zerre kadar farklı düşünmüyoruz.
Nerede ayrıldığımıza gelmeden önce kendisinin Van’da söylediklerinden alıntılar yapalım:
Başbakan’a göre, "Bir medya grubuna verilen para cezası nedeniyle kendisinin ve hükümetinin, basına baskı yapılıyor diye yabancılara şikáyet edilmesi" yanlış imiş. Kaldı ki "Türkiye’de basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü var"mış ve "her geçen gün daha da gelişmekte" imiş. Bu bir.
İkincisi, "Tüm anketlerde araştırmalarda en güvenilmeyen kurum olarak medya" çıkıyormuş. Bunu "gazetelerimizde haber bile yaptırtmıyor"muşuz. "Sürekli siyaseti, siyasetçiyi eleştirip duruyor"muşuz. "Peki ne zaman kendimizi sorgulayacak"mışız?
Keza, "Bugüne kadar acımasızca hükümete, şahsına, ailesine yönelik karalama kampanyaları yapmış"ız. "Hálá yapıyor, iftiralar atıyor"muşuz. "Hangi baskıyla karşılaşmışız."
Sondan başlayalım:
Başbakan Erdoğan şahsına, ailesine yönelik hangi karalama kampanyalarından söz ediyorsa, o konuyu neden açık açık dile getirmiyor?
Getirmiyor, çünkü bir dostunun desteğiyle yurtdışında okutabildiği çocukları, kaynağı açıklanmayan bir gelirle eğer 5 milyon ABD Doları karşılığında gemi satın alan bir şirket kuruyorsa, her demokraside insanlar "Bunun kaynağı nedir?" diye sorarlar.
Başbakan’ın bir evladı ile diğerinin eşi eğer 500 bin TL sermayeli bir şirketin yarısına ortak olursa, "Bu 250 bin TL nasıl kazanıldı?" demek aklı olan, dürüstlüğe inanan herkesin borcudur.
Sayalım ki basın bunları sorarak aslında gereksiz bir mesele yaratıyor.
O zaman yapılacak şey, "Kaynak şu... Hesap bu" demek ve soranları mahcup etmek değil midir? Oysa Başbakan Erdoğan bu konular ortaya çıkalı 21’i çeşitli meydanlarda olmak üzere belki 40 kere kamuoyuna hitap etti. Ama nedense bir tek cümleyle olsun bu konuya açıklık getirecek şey söylemedi. Yazılanları da tekzip etmedi.
Bu durumda "gerçek" kimden yanadır? Bunları yazmanın neresi "hakaret" veya "iftira"dır?
Başbakan bu konulardan söz edilmesini kendisinin "mahremine ve ailesine karşı saygısızlık" gibi algıladığını söylüyor.
Margaret Thatcher’in oğlu Mark, Arap ülkelerinde "iş" çeviriyor diye eleştirilmedi mi? Tony Blair’in genç oğlu Euan sarhoş olup polise düşünce yazılmadı mı? Kraliçe’nin torunu Prens Harry nerdeyse her hafta gazetelerde haber konusu olmuyor mu? Tansu Çiller’in oğlu Mert’in askerliğini tam da yalılarının tam karşısındaki "Denizci" okulunda yapması yazılmadı mı? Turgut Özal’ın kızı Zeynep’in, oğlu Ahmet’in, eşi Semra Hanım’ın yazılmadık neyi kaldı?
Bunlara tahammül edemeyecektiniz neden demokratik rejimin Başbakanı oldunuz?
Not: Ötekilerin yanıtını artık yeri geldikçe vereceğiz.