DİLERİZ en önemli bir konuda, dünyanın en farklı milleti olma özelliğimizi kaybetmeyiz. Çünkü ulusal bağımsızlığımızın ve bütünlüğümüzün ebediyete kadar uzanacak güvencesini biz onda görüyoruz.
Çok basitbir gözlem söyletiyor bize bunları... Â
Dünyanın her yerinde sivil insanlar veya genel kamuoyu, o ulusun hayati çıkarlarının tehlikeye maruz kaldığı hallerde bile "savaşmak" istemez.
Elbet biz de istemeyiz ama bizim bir farkımız var:
Batılı toplumlar büyük bir tehdit ve tehlikeyle karşılaşınca faturayı mümkünse başka ulusun evlatlarına ödetir. İngilizlerin "seçme birlik" fiyakası vererek savaşa sürdüğü Tibet ve Moğol asıllı "Gurka"lar ile Çanakkale’de karşımıza çıkardıkları Avustralya ve Yeni (New) Zelanda asıllı askerlerden oluşan "Anzak" (Anzac) birlikleri bunun tipik örneğidir. Aynı şeyi Afrika’daki kolonilerini birer asker deposu olarak kullanan Fransa ve Belçika da yapmıştır.
ABD’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmak için, o tarihteki Başkan Franklin D. Roosevelt’in, ABD’nin Uzakdoğu’daki donanmasının bulunduğu Pearl Harbour’a Japonların 7 Aralık 1940 tarihinde baskın yapacaklarını öğrendiği halde önlem almadığı artık kabul edilen bir gerçektir.
Çünkü ABD kamuoyu, Hitler Almanyası’nı Japonya’yı kendisi için tehdit saymıyordu.
Bir de dönün bize bakın:
Türk ulusu bütünlüğümüzü korumak için canını da vermeye hazır olduğunu coşku ve kararlılıkla hükümete duyuruyor, "Bölünmemizi isteyenlere ve onların maşası -tetikçisi- durumundaki PKK’ya dersini ver" diye bağırıyor.
Lakin ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenenler -son şehit ve kayıplarımıza rağmen- bize hálá "Terör örgütünün bu hain saldırılarla toplumumuzun birlik ve beraberliğini bozmak amacı güttüğü aşikárdır" mavalı okuyor. "Kardeşlikten" dem vuruyor. Ayrıca "Özellikle yazılı ve görsel medyamızın üzerlerine düşen sorumlu ve sağduyulu yaklaşımı sürdüreceklerinden kuşku duyulmamakta" olduğunu söylüyor.
En güçlü cümleleri de şu:
Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olmakla birlikte, teröre yardım ve yataklık yapılmasına müsamaha göstermeyecek ve hakkını, hukukunu, bölünmez bütünlüğü ile vatandaşlarını korumak için gereken bedel ne ise ödemekten kaçınmayacak"mış.
Sevsinler...
Bir ülkeyi yönetenler uzun vadeli politika olarak sadece "Milli gelirden kişi başına düşen payı 2010 yılında 10 bin dolara çıkarmayı" akıllarına koyarlar da üç beş seneye kalmadan ülkeyi parçalamayı amaçlayan tehlikeleri görmezlerse, durumumuz ancak bugünkü gibi olur.
Bir başbakan "borsa rakamlarıyla yatar, onunla kalkarsa" elbet TBMM’nin verdiği "gerekirse sınır ötesine operasyon yap" anlamındaki talimatı uygulamak için bile IMF’den ve Washington’dan onaybekler.
Efendim Başbakan ne yapsın? Türkiye öyle bir borç batağına girmiş ki, elbet oralardan izin almadan hareket edemez, mi diyorsunuz?
O zaman size sorarlar... "Türkiye’nin bağımsızlığını babalar gibi satan siz değil miydiniz?" diye...