Listelerin ışığında...

ŞİMDİ ortalık doz duman... Partilerin aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na verdikleri günün ertesi hep böyle olur.

Bir gün önceki durum bundan daha vahimdir. Çünkü partiler henüz listeyi tamamlamış değildir.

O sırada aday adaylarından pek çoğunun hali içler acısıdır.

Öyle bir günde ne parti merkezlerine yanaşmak doğrudur, ne de olup bitene kulak vermenin akıllıca bir tarafı vardır.

Çünkü parti merdivenlerinde, koridorlarda, kapı dışında bekleyip "Sayın Genel Başkan’dan bir dakikalık randevu" koparmak için bekleyenleri görünce içiniz bir tuhaf olur. İster istemez, "Sırf milletvekili olmak için bu hallere düşebilen bu adam yarın seçilir de Meclis’e girerse, onun hangi konuda onurlu bir tavır sergilemesini bekleyebilirsiniz?" diye sormadan edemezsiniz.

Anımsar mısınız? Bir tarihte Güneydoğu’daki bir ilçede zengin bir işadamı, yanlış anımsamıyorsak bir ramazan ayında insanlara erzak veya gıda paketleri dağıttırmıştı. O sırada çekilmiş görüntüler televizyonlarda yayımlanınca kamuoyunda büyük tepki oluşmuştu. Çünkü görüntüler bir "hayır işini" değil, insan onurunu ayaklar altına alan bir açlık, sefalet, düzensizlik ve görgüsüzlük sahnesini yansıtıyordu.

Aday tespit aşamasında partilerin içi, önü, çevresi aynen öyle olur.

Ertesi gün yani listeler açıklanınca başlıca iki tepkiye tanık olursunuz.

Adını listenin iyi bir yerinde görenler o andan itibaren liste öncesini unutuverirler. Artık tüm keramet kendilerinindir. Dahası... Ayarını tutturamayanların çalımından yanına yanaşamazsınız.

Ötekilerin yani sonuçtan memnun olmayanların pek azı durumu olgunlukla karşılar. Bu pek az sayıdakiler "Ben bu işe soyunduğuma göre partimin kararına saygı duyup bu seçimin kazanılması için tüm gücümle çalışmalıyım" der ve öyle yapar.

Ama çoğunluğun tepkisi öyle değildir. Düne kadar önünde iki büklüm oldukları "parti büyükleri" hakkında demediklerini bırakmazlar. "Ahlaksızlık, namussuzluk" gibi nitelemeler en çok duyulanlardır.

Daha beterleri de vardır. Onların dediğini duyunca, yaptığına tanık olunca utanırsınız. Çünkü bunların bir kısmı üstelik dün "aday olmak" için başvurduğu partinin aleyhine çalışırlar.

Aslında bunda parti liderlerinin de rolü ve suçu vardır. Çünkü aday belirleme işini örgüte veya iyi işleyen bir "ön seçim"e bırakmayarak sorumluluğu üstlenirler.

Adayları belirlerken de çoğu kez "o adam bizim partinin ilkelerine, politikalarına inanmış biri midir, değil midir?" diye sormazlar. İnsanlara sırf "İşimize yarar mı?" diye bakarlar. O zaman muhatabınız da size öyle bakar. Çünkü ortada "çıkar" ilişkisinden başka bir bağ yoktur.

Yeri gelmişken söyleyelim:

Bir partinin "aynı ilkeler ve aynı politikalar etrafında buluşmuş insanlar" olması gerektiğine ilişkin inancı Turgut Özal yıktı. Birbirine zıt inanç ve eğilimleri aynı partide toplamak onun marifetiydi. Çünkü ortak bağ "çıkar"dan ibaret idi. Amaç da sadece "iktidara gelmek" idi.

Amacına ulaştı ama kurduğu parti çadır tiyatrosu kadar ömürlü oldu.
Yazarın Tüm Yazıları